29 Aralık 2008 Pazartesi

1 Fatiha 3 İhlas...

Ülkemizdeki, Filistin'deki ve dünya üzerindeki tüm şehitlerimiz için
1 Fatiha 3 İhlas-ı Şerif okuyalım inşaallah...
Allah (CC) şefaatlerini nasip eylesin.

28 Aralık 2008 Pazar

Peygamber Efendimiz (SAV)'den Ölçüler

Peygamber Efendimiz’in (SAV) hayatından ve hadîslerinden çıkartılan bazı hayat düsturları ve edeb ölçüleri:
Ticârette
Peygamber Efendimiz (SAV), paranın helâl yollardan ve alınteri ile kazanılmasına önem vermiştir. Bu şekilde temin edilen rızkın israfa ve harama kaçmadan harcanması da aynı derecede ehemmiyetlidir.
Yemek Yerken
Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Her hayırlı işte olduğu gibi, yemeğe de besmele ile başlamalıdır. Yemeğin başında besmele çekmeyi unutan kimse, hatırlar hatırlamaz besmele çekmelidir.
Yemek, mümkün olduğunca topluca yenilmelidir. Yemeğe, önce büyükler başlamalıdır. Sağ eliyle ve önünden yemelidir. Yemek yerken, açgözlülük sayılabilecek hafif hareket ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Lokmaları iyice çiğnemeden yutmamalı, ağızda lokma varken bir daha ısırılmamalıdır. Ağızda yemek varken konuşulmamalıdır.
Hoşuna gitmese bile hazırlanan yemeği beğenmemezlik etmemeli, en azından bunu diliyle söylememelidir.
Altın ve gümüş kaplar içinde yemek yemek haram kılınmıştır. Alkollü içecekler ve benzeri haramların bulunduğu sofraya oturup ondan bir şey yemek de haramdır. İhtiyaç yokken bir tarafa dayanarak yemek yemek de uygun görülmemiştir. Çünkü bu nîmete, dolayısıyla nimet verene saygısızlıktır.
Yemekte, Allah’ın ihsan ettiği nimetlerin şuurunda olarak şükür ve duâ hâlinde bulunmalıdır. Peygamber Efendimiz, sofra kaldırıldığında Allâh Teâlâ’ya hamd ve şükür duâsında bulunurdu.
İhtiyaç kadar yemeli, mide tıka basa doldurulmamalıdır. Soğan-sarımsak gibi kötü kokulu yiyecekler yiyen birisi, câmi vb. kalabalığın arasına girip başkalarını rahatsız etmemelidir.
Bir Şey İçerken
Su, mümkün olduğu kadar içi görünen bir kaptan içilmelidir. Peygamber Efendimiz, içinde zararlı maddeler veya haşerât olma ihtimali bulunan, ağzı büyük ve içi görünmeyen kaplardan bir şey içmeyi yasaklamıştır. Su içerken besmele çekilmeli, üç nefeste içilmeli ve sonunda “Elhamdülillâh” denilmelidir. Meşrûbâtın bulunduğu kaba üflenmemelidir. Su ve meşrûbât türü şeyler, ayakta değil, mümkün mertebe oturarak içilmelidir. Bazen Peygamber Efendimiz’in (meselâ zemzemi) ayakta içtiği de rivâyet edilmiştir.
Bir mecliste ikram dağıtılacaksa, ikram edene göre sağ taraftan başlanılmalıdır. Bir mecliste hürmete lâyık bir kimse varsa, ikrama ondan başlanır ve onun sağından dağıtmaya devam edilir. Dağıtan kimse, elindeki içecekten en son içmelidir. Altın ve gümüş kaplardan su vb. içilmemelidir.
Giyim-Kuşamda
Giyinmek de insan fıtratının vazgeçemeyeceği aslî ihtiyaçlardan birisidir. Giyim sâyesinde vücud, hâricî tesirlerden kurtulmuş, ayıp ve kusurlarını örtmüş ve güzelliğini kemâle erdirmiş olur. İnsanın en kıymetli giysisi hayâ (utanma) duygusu ve takva (Allah korkusu)’dır. Hayâ ve takvâ duygusundan mahrum kıyâfetler, bedeni örtebilir, ama kulu Allah katında makbul hâle getirmez. Elbise, vücudu uygun bir şekilde örtmeli, altını göstermemeli, dar ve şeffaf olmamalıdır. Çok kaba ve sert kıyâfetler de bedene zarar vermeleri sebebiyle uygun görülmemiştir. Kadınların saçlarını, boyunlarını ve zînetlerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek şekilde örtünmeleri Kitap, Sünnet ve icmâ ile sâbit olan bir farzdır.
Örtünmek sadece kadına âit bir farz değildir. Erkeklerin de yukarıda özellikleri belirtilmiş şekilde mahrem yerlerini örtecek şekilde giyinmeleri farzdır. Âyet-i kerimelerde (Ahzâb, 59; ayrıca bkz: Nûr, 31) müslüman kadınların evlerinden dışarı çıkarken üstlerine vücut hatlarını göstermeyecek bir elbise almaları emredilmiştir.
Giyim-kuşamda erkek ve kadınların birbirlerine benzemeleri de yasaklanmıştır. Her cins, kendi nevinin kıyâfetini giymelidir. Ayrıca başka din, medeniyet ve kültürlerin alâmet-i fârikası olan (onlara mahsus olan) kıyâfetlerini giymek de yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimiz, başkalarına benzeyen kimselerin onlardan olduğunu haber vermiş ve Müslümanların âidiyet şurunu geliştirmek istemiştir. Kibir ve gurur veren kıyâfetler gibi pejmürde ve dağınıklık da yasaklanmıştır. Kısacası, Peygamber Efendimiz, kılık-kıyâfette, binek vb. hususlarda temizlik, bakım ve düzene önem vermiştir. Çünkü bir kimsenin giyim kuşamı, muhataba, o kişinin şahsiyet yapısı hakkında ipuçları verir. Tabiî bu, yegâne ölçü değildir, fakat önemli ölçülerden birisidir.
İpek elbise ve altın kullanılması erkeklere haram kılınmış, kadınlara ise serbest bırakılmıştır.
Üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan elbiselerin giyilmesine de müsaade edilmemiştir.
Domuz derisi hâriç, tabaklanmak şartıyla hayvan derisinden kıyafetlerin kullanılmasına da izin verilmiştir.
Kadınların mecburiyet olmadıkça saçlarını kökünden kazımaları, yine ihtiyaç ve zaruret hâlleri hâriç, Allah’ın yarattığını bozacak şekilde yüzlerin (bedenin) değiştirilmesi ve kaşların alınması, sadece güzel görünmesi için dişlerin seyrekleştirilmesi ve dövme yapılması yasaklanmıştır.
Temizlikte
Dinimiz, maddî ve mânevî temizliğe çok önem vermiştir. “Hades” denilen, gözle görülmeyen ve fakat bedende hükmen var olduğuna inanılan kirlerden abdest ve gusül ile temizlenilir. Bu temizlik hem maddî kirleri yok ettiği gibi, bedenin sağlığını korumasına da sebep olur. Ayrıca başlı başına bir ibâdet hükmündedir. Suyun yokluğu ânında, bu temizlik teyemmümle yapılır. “Necâset” denilen kirler ise, bedende, giyilen elbisede ve ibâdet edilecek olan yerde gözle görünen pisliklerdir. Bu tür bir temizlik için tuvâlet âdâbına dikkat edilmelidir. Sol ayakla girilmeli, büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye dönülmemelidir. Ayakta bevledilmemelidir. Taharet, su kullanılarak ve sol el ile yapılmalıdır. Tuvâlet esnasında konuşulmamalı, herhangi bir şey yenilmemeli, selâm alıp verilmemelidir. İnsanların görebileceği yerlerde abdest bozmak da men edilmiştir. Beden ve elbiseyi de her türlü kir, pas, kan ve pis koku verecek şeylerden temiz tutmak gereklidir.
Peygamber Efendimiz, hiç olmazsa haftada bir defa (özellikle Cuma günü) boy abdesti almayı (gusül) emretmiştir.
Allah Rasûlü, güzel koku sürünmüş ve güzel kokuyu ashâbına da tavsiye etmiştir.
Diş temizliği üzerinde çokça durmuş ve sık sık dişlerin (misvak vb.) fırçalanmasını istemiştir. Ayrıca bedende var olan fazla kılların (koltuk altı, etek ve bıyık vb.) alınmasını, tırnakların kesilmesini ve sünnet olunması fıtratın bir gereği olarak kabul etmiştir.
Müslümanın evini, mescidini ve sokağını da temiz tutması istenmiştir.
Ev İçerisinde
Başkasının evine girerken izin istenmeli, izin veya karşılık verilmeyen bir yere girmekte ısrarcı olunmamalıdır. Bunun da ölçüsü üç defa izin istemektir. Bu ölçü, ev içerisinde bile geçerlidir. İzin isterken “Kim o?” diye sorulduğunda kimliğini belli edecek cevaplar verilmeli, “Benim, tanımadın mı?” gibi sorularla karşılık verilmemelidir.
Evde çocuklar, anne-babasının yatak odalarına belli vakitlerde girerken izin istemelidirler. (en-Nûr, 58-59) Başkasının evine, onun rızâsı olmadan bakmak, gözetlemek tamamıyla yasaklanmıştır.
Selâmlaşmada
Selâmlaşmak, Müslümanlığın şiarlarından birisidir. Çünkü âyet-i kerimede selâm veren birisine “Sen müslüman değilsin!..” denmesi yasaklanmıştır. (en-Nisâ, 94) Küçük olan büyüğe, binitli olan yayaya, yürüyen oturana, sayıca az olan kalabalığa selâm verir. Aynı mevkîde ve yaşta olanlardan kim önce selâm verirse, o mânen daha kazançlıdır.
Bir meclise girildiğinde selâm verildiği gibi, çıkışta da selâm verilmelidir.
Tanıdık, tanımadık herkese selâm vermeli, selâmı yaygınlaştırmalıdır. Çünkü selâm sevgi ve muhabbeti ziyâdeleştirir, o da imanın kuvvetlenmesine sebep olur. Yanlış anlaşılma veya herhangi bir fitne korkusu olmadığından kadının erkeğe, erkeğin de kadına selâm vermesi câizdir; ancak kadınlar bir topluluk hâlinde bulunması durumunda selâm vermek daha uygundur. Çocuklara selâm verilmelidir.
Müslimlerle gayr-i müslimler bir arada iken hepsine birden selâm verilebilir. Ancak gayr-i müslimlerin selâmlarına onların sözleriyle mukabele etmek daha uygundur.
Fatma Nur Cihan
Kaynak:
http://www.sebnemdergisi.com/

25 Aralık 2008 Perşembe

HAYIRLI CUMA'LAR..

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek sünnettir. Tırnakları Cuma namazından önce veya sonra kesmek sünnettir. Namazdan sonra kesmek efdaldir. (Dürr-ül-muhtar)
Hadis-i şerifte, (Cuma günü tırnak kesmek şifaya sebeptir) buyuruldu. (Ebuş-şeyh)
Perşembe günü de tırnak kesilebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Ali, tırnak Perşembe günü kesilir. Cuma günü de, koku sür ve yeni elbise giy.) [Deylemi]
(Cumaya perşembe gününden hazırlanın!) [Hatib]
(Her müslüman, Cuma günü yıkanmalı, misvaklanmalı ve güzel koku sürünmelidir.) [Buhari]
Cuma günleri şunları da yapmak iyi olur:
1- Cumayı perşembeden karşılamalı. Perşembe ikindiden sonra istiğfar etmeli. Kur’an-ı kerim ve Yasin suresini okumalı. Bir hadis-i şerifte, (Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir) buyurulmaktadır. (İsfehani)

2- Cuma gecesi ehli ile gusletmeli. Peygamber efendimiz, (Cuma günü gusledenin günahları affolur) buyurmaktadır. (Taberani)

3- Cuma namazına erken gitmeli, ilk safta yer almalı. Namaz kılanın önünden geçmemeli. Hatip minbere çıkınca, konuşmamalı.

4- Az da olsa sadaka vermeli. Çoluk çocuğunun nafakasını bol vermeli.

5- Cuma günü duanın kabul olduğu vakti bulmak için hep ibadet etmeli.

6- Cuma günü çok salevat-ı şerife getirmeli. Kur'an-ı Kerim, Kehf Suresi okunmalı.

7- Ana babanın ve evliyanın kabirlerini ziyaret etmeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ana-babasının kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]

8- Cuma günü sevinmek, herhangi bir müslümanın Cumasını tebrik etmek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü, kuşlar ve vahşi hayvanlar birbirine "Selamün aleyküm, bugün Cuma günüdür" derler.) [Deylemi]

9- Cuma günleri ve her gün şu (istiğfar duası)nı çok okumalıdır:
(Allahümmagfir li ve li abai ve ümmehati ve li ebnai ve benati ve li ihveti ve ehavati ve li-amami ve ammati ve li-ahvali ve halati ve li-zevceti ve ebeveyha ve li-esatizeti ve lil-müminine vel-müminat vel hamdü-lillahi Rabbilalemin!)
Kadın okursa, zevceti yerine zevci ve ebeveyha yerine, ebeveyhi demelidir.

10- İkindiden sonra, seccade üzerinde elinden geldiği kadar, (ya Allah, ya Rahman, ya Rahim, ya Kavi, ya Kadir) demeli, sonra dua etmelidir.

21 Aralık 2008 Pazar

Neye Sahip Olursanız Olun!..

Bugün insanların iştahlarının azdırıldığı, nefislerin şımartıldığı, her türlü zevk ve hazzın yüceltildiği, şeytanın ve şeytânî vasıfların alabildiğine özgürleştirildiği, sanatçı ve futbolcuların kutsandığı, paranın sonsuz bir güç kaynağı görüldüğü, mevkî ve iktidarların nefsin sultasına girdiği, helâlin terk edilip harama el uzatıldığı bir devir…
Herkesin tüketebildiği kadar “var” olduğu, gösteriş yapabildiği kadar “zengin” olduğu, zulmedebildiği kadar “güçlü” olduğu bir devir…
Böylesine her şeyin tepetaklak olduğu, kafaların ve gönüllerin bulanıklaştığı bir çağda, akıntıya kürek çekmek ne kadar zor…
İnsanlara:
Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın, bir gün öleceksiniz,
Ne kadar çok malınız olursa olsun, bir gün başkalarının olacak;
Ne kadar çok yiyeceğiniz olursa olsun, ancak midenizin elverdiği kadarını yiyebileceksiniz
demek…
Ya da;
“Sabahtan akşama kadar rızkınız için çalışsanız da, rızkınızın size takdir edilenden fazla olmayacağını bilin, elinizden geleni yaptıktan sonra sahip olduklarınıza râzı olun, hırsa kapılmayın, meşrû sınırlar içinde kalın!..” diyebilmek…
“İnsanın elinin emeğiyle, alnının teriyle yediği yemek en lezzetli yemektir.”
“Kanaatle, tevekkül ve teslimiyetle yenilen bir kuru ekmek; hırsla, açgözlülükle, haramla karışık ziyafetten binlerce kat iyidir.”
... “Allâh’ın size özel verdiği, fırsat, kabiliyet, istidat ve imkânlar sizi farklı kılar. Başkasının elindekilere özenmek yerine, onları geliştirmeye bakın!..”
diyebilmek… Böylesine reklam bombardımanı altında kalmış, çağımızın harîs tüketici insanlarına, onların yıpranmamış vicdanlarına seslenebilsek keşke… Çağların mesajını, nefis ve şeytan tamtamlarının yükseldiği böylesine gürültü kirliliğinde bile gönüllerine fısıldayabilsek…
Bak, niceleri geldi geçti, işte yaşadıkları yerler, işte yedikleri toprak, içtikleri su… Sonuçta hepsi o toprağın bağrına yarı aç, yarı tok; yarı giyinik, yarı çıplak girdi.
Hani nerede kudretiyle, askeriyle, ordusuyla beldeleri yakıp yıkan kudretli sultanlar…
Nerede bir yediğini bir daha yemeyen, bir giydiğini bir daha giymeyen asilzâdeler, zenginler, kuştüyü yataklarında dinlenen milyarderler…
Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu gibi:
“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (er-Rum, 9)
“(Ey münafıklar!.. Siz de) sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlatça daha çok idiler. Onlar (dünya malından) paylarına düşenden faydalandılar. İşte sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden nasıl faydalandıysalar, siz de payınıza düşenden faydalandınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de daldınız. İşte onların amelleri dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanların tâ kendileridir.” (ev-Tevbe, 69)
... Hazret-i İsa’nın doğumundan 2.000 küsur yıl geçmiş. İnsanlığın geçmişini bu tarihten öncesinde de 4.000, hatta 6.000 yıl eskilere kadar götürenler var. Yani yaklaşık 6 ilâ 8.000 yıldır bu topraklar üzerinde insanlar yaşıyor. Niceleri doğmuş, yaşamış ve ölmüş. Kimilerinin izlerini, eserlerini, isimlerini duyduk, biliyoruz; birçoğu ise meçhul olup gitmiş… Geride ne bir eseri, ne de nesli ve ismi kalmış.
Biz de doğduk, büyüdük ve yaşıyoruz. Ne zaman doğacağımızı tayin edemediğimiz gibi ölümün bizi ne zaman ve nerede karşılayacağını da bilemiyoruz.
Kısacası, insanın hayatında binlerce yıldır değişen çok fazla bir şey yok!.. Çünkü insanın tabiatı ve iç dünyası değişmiyor.
Binlerce yıl önce yaşamış Firavun ve Nemrud’ların kibri ve üstünlük iddiaları veya dünyayı kasıp kavuran ceberrut devlet ve idârelerin zulmü neyse, bugün de aynı…
Binlerce yıl önce, yeryüzünü süsleyen, İrem bağlarıyla dillere destan olan, dağları oyup içinde mağaradan evler yapan, hatta öldükten sonra yâd edilmek için piramitler diken insanlar neyse, günümüzde de göklere meydan okuyan gök delenleri dikenler aynı kişiler…
Geçmişte evlerini, ambarlarını yiyeceklerle dolduran, daha fazlasına sahip olmak için çalıp çırpan, kaba kuvvet kullanan kimseler, bugün de insanların ceplerine uzanan, hiç ölmeyecekmiş gibi para yığanların aynıları…
Hepsi insan…
Hepsi hırslı…
Hepsi fânî…
İnsanın iç dünyasında, tabiatında ve fıtratında bir değişiklik olmadığı için, ona sürülecek merhem de aynı… “Yüzlerce yıl önce indirilmiş” olan ilâhî bir kitap, bugün de, yarın da insanların dertlerine derman olacak…
Çünkü insanı yaratan ve onun her hâlini bildiren Cenâb-ı Hak, onu, zaaflarından nasıl kurtulacağı noktasında da yalnız bırakmamış. Onu vahşetten medeniyete, zulümden adâlete, şiddetten şefkate, tamahtan kanaate, kısacası şeytanlıktan melekliğe yükseltecek yolu göstermiş. Yeter ki, o yolun yolcusu olmaya niyet etsin…
(Fatma Nur Cihan)
Kaynak: Şebnem Dergisi/33

14 Aralık 2008 Pazar

"VAV" olabilmek...

İnsan VAV şeklinde doğar,
Bir ara doğrulunca kendini ELİF sanır
İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.
Kulluğun manası VAV'dadır, ELİF uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.
O yüzden Lafz-ı ilahi ELİF'le başlar. ELİF kainatın anahtarıdır, VAV kainattır.
Rabbi VAV gibi mütevazi olsun ister kulları.
Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü ELİF'te kalmıştır.
İbrahim ateşte VAV'dır, Nemrut bizzat ateşe odun.
Yunus, VAV olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.
İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında.
Boylu boyunca uzansa da kac kisi rahattır mezarında?
VAV'ın ELİF'le münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengesi de o kadar düzgündür.
Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar.
Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur.
Evvelde ELİF'tir, bir ilahi nefesle ahirde VAV olur kainat. Manayı bilmeyenler VAV diyemez VAV derler..
Buna anlamca vaveyla denir.
Yani VAV olamadıkları için feryad edenlerin halidir. ELİF bir ağaç ve insan onun dalıdır.
Azrail budadıkça nefesleri, daha gür çıkar sesleri. Her biri Dal olur ve o ağaçtan beslenir. VAV olur o ağacın gölgesine sığınır.
Ve ALLAH insana seslenir, Peygamber eliyle ulaşan mesajı hem dal hem VAV ol der insana.
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler; kötülüğe engel olurlar. Namaz kılarlar, zekat verirler. ALLAH'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara ALLAH rahmet edecektir. ALLAH şüphesiz güçlüdür, hakimdir."
Başkasının önünde eğilmek ne zordur. Birilerinin emri altına girmek ne ağırdır. Krallara boyun eğmemiş insan görmediği bir varlığa mı itaat edecektir?İnsan kendinin bile farkında değildir iki lam birbirine sarılıp kainatı ayakta tutan sütunlar gibi durmuştur elifin ardında, kainatın gezegenleri yuvarlanıp son harf misali peşinden giderken, insan yolculukta geri kalmanın acısını ne zaman anlayacaktır. Zordadır sığınacak yeri yoktur. Evrene ve seslere kulak verenler duyar yeniden o kutlu çağrıyı;
"Sabır ve namazla ALLAH'tan yardım isteyin. Rablerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve ALLAH'a gerçek bir saygı gösterenlerden başkasına namaz elbette ağır gelir"
Sonra çağırır insanı, belki cennet kokusunu duyurmak içindir bu davet, belki kendi yanına çağırıyordur.
İşte o ayet: "Secde et, yaklaş!"
Eğil ve ben senin başını göklere erdireyim, yıldızları ayağına sereyim, sana gezmekle bitiremeyeceğin cennetler, sayamayacağın nimetler vereyim demektir bu.
Secde et, VAV ol, vay dememek için la şey olan insan her şey demek olan Rabbinin önünde…!
Kaynak:İnternet Ortamı

4 Aralık 2008 Perşembe

Arefe Günü (BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN)

Arefe Günü
Arefe, Kurban Bayramindan bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayinin 9. günüdür. Baska güne arefe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayraminin bir önceki gününe de arefe denmistir. Resulullahin (sav) bildirdigine göre:
"Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü disinda yapilan yetmis hacdan faziletlidir. Dualarin en faziletlisi de arefe günü yapilan duadir. Benim ve benden önceki peygamberlerin söyledigi en faziletli söz de: Lailahe illallah vahdehu la serike lehu. (Allah birdir, ondan baska ilah yoktur, O'nun ortagi da yoktur) sözüdür." (Muvatta, Hacc 246)
Hazreti Aise (ra) anlatiyor:
"Allah, hiçbir günde, arefe günündeki kadar bir kulu atesten çok azat etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklasir ve onlarla meleklere karsi iftihar eder ve:
"Bunlar ne istiyorlar?" der." (Müslim, Hacc 436)
Resulullah(sav):
"Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'in kiymet verdigi bir gündür." diyerek Allahu Teâlâ'nm kiymet verdigi günü hürmet ederek bilinçli bir sekilde yasamaya gayret etmemizi istemistir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle baslar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istigfarla geçirmek kullarini arefe gününde bagislayacagini müjdeleyen Allahu Teâlâ'ya hürmetin ve sükrün bir ifadesidir. (Deylemi)
Hazreti Ömer (r. a) ile Yahudi arasinda geçen konusmada arefe gününün önemini göstermektedir:
Hazreti Ömer'in halifeligi zamaninda Yahudilerden birisi: "Ey Ömer, siz bir âyet okuyorsunuz ki, o âyet bize inseydi o günü bayram olarak kutlardik." dedi.
O âyet, Maide sûresinin üçüncü âyetiydi. Cenab-i Hak söyle buyurmustu:
"Bugün, sizin dininizi kemale erdirdim ve size nimetimi tamamladim."
Bu âyet, hicri onuncu yilda, Veda Hacci'nda, arefe günü olan cuma günü ikindiden sonra, Peygamber Efendimiz Arafat'ta "Adba" adindaki devesinin üzerinde vakfede iken nazil olmustu. Deve vahyin agirligina dayanamayarak yere çökmüstü.
Hz. Ömer'e Yahudiden hangi âyet oldugunu ögrenince söyle dedi:
"Biz o günü ve o gün bu âyetin Hz. Peygambere (sav) nail oldugu yeri biliriz. Cuma günü arefede bulunuyordu." demis ve o günün bayramimiz olduguna isaret ederek arefe gününün önemini belirtmistir.
Arefe günü, Hazreti Âdem (as) ile Hazreti Havva'nin Arafat'ta bulustuklari gündür.
Terviye, arefe gününden bir önceki güne denir. Peygamber Efendimiz (sav) söyle, buyurmustur: "Terviye günü oruç tutan ve günah söz söylemeyen Müslüman cennete girer."
Bugün tutulan oruç, bin gün nafile oruca bedeldir. Aynca geçmis ve gelecek yilda yapilan tövbelerin kabul olmasina da sebep olur. Arefe günü oruç tutmak da çok sevaptir. Resulullah (sav) söyle buyurmustur:
"Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselâmdan, Sûr'a üfürülünceye kadar yasamis bütün insanlarin sayisinin iki kati kadar sevap yazilir."
"Arefe günü tutulan oruç, bin günlük nafile oruca bedeldir."
"Asure günü orucu bir yillik, arefe günü orucu da, iki yillik nafile oruca bedeldir."
Arefede tutulan oruç, iki bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve Allah yolunda cihâd için verilen iki bin ata bedeldir."
"Arefe günü tutulan oruç, biri geçmis, biri de gelecek yilin günahlarina kefaret olur."
Arefe günü özellikle bin adet Ihlas okumak büyük zatlar tarafindan tavsiye edilmistir. Hadis-i seriflerde Ihlas sûresini okumanin kul borcu hariç diger günahlarin affedilmesine vesile olacagi söylenmistir.
"Arefe günü Besmele ile bin Ihlas okuyanin günahlari affedilir ve duasi kabul olur."
"Peygamber (sav) arefe aksami ümmetinin affedilmesi için dua etti. Duasina, 'Muhakkak ki ben zalimden baskasini magfiret ettim.' diye cevap verildi. 'Zalimden ise mazlumun hakkini alirim.' buyruldu. Resul-i Ekrem:
'Ey Rabbim, dilersen mazluma cennette mükafatini verir zalime de magfiret edersin.' diye dua etti ise de Arafat'ta bu duasina Allahu Teâlâ'dan kabul gelmedi. Sabah vakti Müzdelife'de ayni duayi tekrarladi. Bu defa duasi kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden ve sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (ra):
'Anam babam size feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, sizi güldüren nedir?' diye sordu. Resulullah(sav):
'Allah'in düsmani Iblîs, Allahu Teâlâ'nin duami kabul ederek ümmetimi affettigini anlayinca topragi alip basina çalmaya ve vay sana helak oldun diye feryada basladi. Iste Seytan'in görmüs oldugum bu feryadi beni güldürdü, buyurdu."
Arefe gününe saygili olmali, o gün hacilar Arafat'ta vakfe yapip dua ederken manen onlarin yaninda oldugumuzu hissederek dualarina istirak edilmelidir. Böyle bir günde bizi günaha sokabilecek her seyden uzak kalmak gerekmektedir. "Günümüzde arefe, bayramin bir önceki günü oldugu için dünyalik telaslarin en yogun oldugu bir gün olarak yasanmaktadir. Oysa ki arefe insana verilen en kiymetli vakitlerden biridir. Bugünler ibadet ve affedilme günleridir. Hacilarin Arafat'ta "Lebbeyk (Buyur Rabbim)" diyerek dil, irk, ten ayirimi yapilmaksizin bir araya geldigi mahser gününü hatirlatan, kullugun Allahu Teâlâ'ya dualarla, telbiyelerle arz edildigi en kiymetli zaman dilimidir. Resulullah (sav) söyle buyurmustur:
"Duanin faziletlisi, arefe günü yapilanidir." (Beyheki) "Allahu Teâlâ, arefe günü kullarina nazar eder. Zerre kadar imani olani affeder."

Allahu Teâlâ bazi geceler dualarin reddedilmeyecegini Peygamber Efendimize (sav) bildirmistir. Rahmet kapilarinin açildigi dört mübarek gece sunlardir:
1- Fitr (Ramazan) Bayrami gecesi,
2- Kurban Bayrami gecesi,
3- Terviye gecesi (Zilhicce ayinin 8. gecesi),
4- Arefe gecesi, (Isfehani)

Arefe gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Saadet-i Ebediyye'de arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacagi söylenmistir.
Arefe günü günahlardan uzak kalanin da bagislanacagi Resulullah (sav) tarafindan müjdelenmistir.
"Arefe günü Resulullahin (sav) yaninda bulunan bir genç, kadinlari düsünüyor ve onlara bakiyordu. Resulullah (sav) eliyle birkaç defa gencin yüzünü kadinlardan çevirdi. Genç yine onlari düsünmeye basladi. Resulullah (sav):
- Kardesimin oglu, bugün öyle bir gündür ki, bugünde herkesin kulagina, gözüne ve diline sahip olursa günahlari bagislanir, buyurdu." (Müsned)

Arefe Günü Yapilmasi Tavsiye Edilenler:
1- Arefe gününün sabah namazinin farzindan sonra tesrik tekbirleri getirilmeye baslanmalidir.
2- Arefe günü oruç tutulmalidir.
3- Arefe gününe hürmet edilmeli, günaha girmemeye dikkat edilmelidir.
4- Arefe günü çok dua ve istigfar edilmelidir.
5- Arefe günü 1000 âdet Ihlas-i serif okunmalidir.

KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN İNŞAALLAH..

1 Aralık 2008 Pazartesi

SIKINTILI MISIN?


Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi. Yıkık, perişansınız. Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz. Çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız. Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz. Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:
'Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı' (Duha3). Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin. Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gam!... Bu ne büyük ferahlık değil mi?... Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor. Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. İşte o an ayet yetişiyor imdada:
'Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! '(İnşirah-5/6)
Garantiyi veren ALLAH !...
Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği 'mutlaka' ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor. Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor. Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş:
'Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş'
Maddi sıkıntınız hat safhada. Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz. İflas ettiniz... Sıfırı tükettiniz yani. Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor:
'Eğer yoksulluktan korkarsanız, ALLAH dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.' (Tevbe-28 ).
Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü. Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar. Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz. Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size. Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz.
Eyyub Nebi var Kur'anda...
Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate kavuşmuş. Onun hali size dayanak oluyor; Kulumuz Eyyub’u da an, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti:
'Bak bana, meşakkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun.' (Sad-41/43).
Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize. Bir tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor size:
'Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.ALLAH bilir, siz bilmezsiniz. ' (Bakara-216).
Rabbimiz , Rasulümüz Muhammed (s.a. v), Kitabımız Kuran , Yolumuz Sırat-ı Müstakim!... Bizden bahtiyarı yok dünyada! ...
Her ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve başarı bizim. Bu da kafadan söylenmiyor, Kuran konuşuyor:
Vel Akıbetü lil Muttakin (Kasas-83): Akıbet (hayırlı son, güzel sonuç) Müttakiler (takvayı kuşananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!...
Kaynak: İnternet ortamı.