29 Aralık 2008 Pazartesi

1 Fatiha 3 İhlas...

Ülkemizdeki, Filistin'deki ve dünya üzerindeki tüm şehitlerimiz için
1 Fatiha 3 İhlas-ı Şerif okuyalım inşaallah...
Allah (CC) şefaatlerini nasip eylesin.

28 Aralık 2008 Pazar

Peygamber Efendimiz (SAV)'den Ölçüler

Peygamber Efendimiz’in (SAV) hayatından ve hadîslerinden çıkartılan bazı hayat düsturları ve edeb ölçüleri:
Ticârette
Peygamber Efendimiz (SAV), paranın helâl yollardan ve alınteri ile kazanılmasına önem vermiştir. Bu şekilde temin edilen rızkın israfa ve harama kaçmadan harcanması da aynı derecede ehemmiyetlidir.
Yemek Yerken
Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Her hayırlı işte olduğu gibi, yemeğe de besmele ile başlamalıdır. Yemeğin başında besmele çekmeyi unutan kimse, hatırlar hatırlamaz besmele çekmelidir.
Yemek, mümkün olduğunca topluca yenilmelidir. Yemeğe, önce büyükler başlamalıdır. Sağ eliyle ve önünden yemelidir. Yemek yerken, açgözlülük sayılabilecek hafif hareket ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Lokmaları iyice çiğnemeden yutmamalı, ağızda lokma varken bir daha ısırılmamalıdır. Ağızda yemek varken konuşulmamalıdır.
Hoşuna gitmese bile hazırlanan yemeği beğenmemezlik etmemeli, en azından bunu diliyle söylememelidir.
Altın ve gümüş kaplar içinde yemek yemek haram kılınmıştır. Alkollü içecekler ve benzeri haramların bulunduğu sofraya oturup ondan bir şey yemek de haramdır. İhtiyaç yokken bir tarafa dayanarak yemek yemek de uygun görülmemiştir. Çünkü bu nîmete, dolayısıyla nimet verene saygısızlıktır.
Yemekte, Allah’ın ihsan ettiği nimetlerin şuurunda olarak şükür ve duâ hâlinde bulunmalıdır. Peygamber Efendimiz, sofra kaldırıldığında Allâh Teâlâ’ya hamd ve şükür duâsında bulunurdu.
İhtiyaç kadar yemeli, mide tıka basa doldurulmamalıdır. Soğan-sarımsak gibi kötü kokulu yiyecekler yiyen birisi, câmi vb. kalabalığın arasına girip başkalarını rahatsız etmemelidir.
Bir Şey İçerken
Su, mümkün olduğu kadar içi görünen bir kaptan içilmelidir. Peygamber Efendimiz, içinde zararlı maddeler veya haşerât olma ihtimali bulunan, ağzı büyük ve içi görünmeyen kaplardan bir şey içmeyi yasaklamıştır. Su içerken besmele çekilmeli, üç nefeste içilmeli ve sonunda “Elhamdülillâh” denilmelidir. Meşrûbâtın bulunduğu kaba üflenmemelidir. Su ve meşrûbât türü şeyler, ayakta değil, mümkün mertebe oturarak içilmelidir. Bazen Peygamber Efendimiz’in (meselâ zemzemi) ayakta içtiği de rivâyet edilmiştir.
Bir mecliste ikram dağıtılacaksa, ikram edene göre sağ taraftan başlanılmalıdır. Bir mecliste hürmete lâyık bir kimse varsa, ikrama ondan başlanır ve onun sağından dağıtmaya devam edilir. Dağıtan kimse, elindeki içecekten en son içmelidir. Altın ve gümüş kaplardan su vb. içilmemelidir.
Giyim-Kuşamda
Giyinmek de insan fıtratının vazgeçemeyeceği aslî ihtiyaçlardan birisidir. Giyim sâyesinde vücud, hâricî tesirlerden kurtulmuş, ayıp ve kusurlarını örtmüş ve güzelliğini kemâle erdirmiş olur. İnsanın en kıymetli giysisi hayâ (utanma) duygusu ve takva (Allah korkusu)’dır. Hayâ ve takvâ duygusundan mahrum kıyâfetler, bedeni örtebilir, ama kulu Allah katında makbul hâle getirmez. Elbise, vücudu uygun bir şekilde örtmeli, altını göstermemeli, dar ve şeffaf olmamalıdır. Çok kaba ve sert kıyâfetler de bedene zarar vermeleri sebebiyle uygun görülmemiştir. Kadınların saçlarını, boyunlarını ve zînetlerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek şekilde örtünmeleri Kitap, Sünnet ve icmâ ile sâbit olan bir farzdır.
Örtünmek sadece kadına âit bir farz değildir. Erkeklerin de yukarıda özellikleri belirtilmiş şekilde mahrem yerlerini örtecek şekilde giyinmeleri farzdır. Âyet-i kerimelerde (Ahzâb, 59; ayrıca bkz: Nûr, 31) müslüman kadınların evlerinden dışarı çıkarken üstlerine vücut hatlarını göstermeyecek bir elbise almaları emredilmiştir.
Giyim-kuşamda erkek ve kadınların birbirlerine benzemeleri de yasaklanmıştır. Her cins, kendi nevinin kıyâfetini giymelidir. Ayrıca başka din, medeniyet ve kültürlerin alâmet-i fârikası olan (onlara mahsus olan) kıyâfetlerini giymek de yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimiz, başkalarına benzeyen kimselerin onlardan olduğunu haber vermiş ve Müslümanların âidiyet şurunu geliştirmek istemiştir. Kibir ve gurur veren kıyâfetler gibi pejmürde ve dağınıklık da yasaklanmıştır. Kısacası, Peygamber Efendimiz, kılık-kıyâfette, binek vb. hususlarda temizlik, bakım ve düzene önem vermiştir. Çünkü bir kimsenin giyim kuşamı, muhataba, o kişinin şahsiyet yapısı hakkında ipuçları verir. Tabiî bu, yegâne ölçü değildir, fakat önemli ölçülerden birisidir.
İpek elbise ve altın kullanılması erkeklere haram kılınmış, kadınlara ise serbest bırakılmıştır.
Üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan elbiselerin giyilmesine de müsaade edilmemiştir.
Domuz derisi hâriç, tabaklanmak şartıyla hayvan derisinden kıyafetlerin kullanılmasına da izin verilmiştir.
Kadınların mecburiyet olmadıkça saçlarını kökünden kazımaları, yine ihtiyaç ve zaruret hâlleri hâriç, Allah’ın yarattığını bozacak şekilde yüzlerin (bedenin) değiştirilmesi ve kaşların alınması, sadece güzel görünmesi için dişlerin seyrekleştirilmesi ve dövme yapılması yasaklanmıştır.
Temizlikte
Dinimiz, maddî ve mânevî temizliğe çok önem vermiştir. “Hades” denilen, gözle görülmeyen ve fakat bedende hükmen var olduğuna inanılan kirlerden abdest ve gusül ile temizlenilir. Bu temizlik hem maddî kirleri yok ettiği gibi, bedenin sağlığını korumasına da sebep olur. Ayrıca başlı başına bir ibâdet hükmündedir. Suyun yokluğu ânında, bu temizlik teyemmümle yapılır. “Necâset” denilen kirler ise, bedende, giyilen elbisede ve ibâdet edilecek olan yerde gözle görünen pisliklerdir. Bu tür bir temizlik için tuvâlet âdâbına dikkat edilmelidir. Sol ayakla girilmeli, büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye dönülmemelidir. Ayakta bevledilmemelidir. Taharet, su kullanılarak ve sol el ile yapılmalıdır. Tuvâlet esnasında konuşulmamalı, herhangi bir şey yenilmemeli, selâm alıp verilmemelidir. İnsanların görebileceği yerlerde abdest bozmak da men edilmiştir. Beden ve elbiseyi de her türlü kir, pas, kan ve pis koku verecek şeylerden temiz tutmak gereklidir.
Peygamber Efendimiz, hiç olmazsa haftada bir defa (özellikle Cuma günü) boy abdesti almayı (gusül) emretmiştir.
Allah Rasûlü, güzel koku sürünmüş ve güzel kokuyu ashâbına da tavsiye etmiştir.
Diş temizliği üzerinde çokça durmuş ve sık sık dişlerin (misvak vb.) fırçalanmasını istemiştir. Ayrıca bedende var olan fazla kılların (koltuk altı, etek ve bıyık vb.) alınmasını, tırnakların kesilmesini ve sünnet olunması fıtratın bir gereği olarak kabul etmiştir.
Müslümanın evini, mescidini ve sokağını da temiz tutması istenmiştir.
Ev İçerisinde
Başkasının evine girerken izin istenmeli, izin veya karşılık verilmeyen bir yere girmekte ısrarcı olunmamalıdır. Bunun da ölçüsü üç defa izin istemektir. Bu ölçü, ev içerisinde bile geçerlidir. İzin isterken “Kim o?” diye sorulduğunda kimliğini belli edecek cevaplar verilmeli, “Benim, tanımadın mı?” gibi sorularla karşılık verilmemelidir.
Evde çocuklar, anne-babasının yatak odalarına belli vakitlerde girerken izin istemelidirler. (en-Nûr, 58-59) Başkasının evine, onun rızâsı olmadan bakmak, gözetlemek tamamıyla yasaklanmıştır.
Selâmlaşmada
Selâmlaşmak, Müslümanlığın şiarlarından birisidir. Çünkü âyet-i kerimede selâm veren birisine “Sen müslüman değilsin!..” denmesi yasaklanmıştır. (en-Nisâ, 94) Küçük olan büyüğe, binitli olan yayaya, yürüyen oturana, sayıca az olan kalabalığa selâm verir. Aynı mevkîde ve yaşta olanlardan kim önce selâm verirse, o mânen daha kazançlıdır.
Bir meclise girildiğinde selâm verildiği gibi, çıkışta da selâm verilmelidir.
Tanıdık, tanımadık herkese selâm vermeli, selâmı yaygınlaştırmalıdır. Çünkü selâm sevgi ve muhabbeti ziyâdeleştirir, o da imanın kuvvetlenmesine sebep olur. Yanlış anlaşılma veya herhangi bir fitne korkusu olmadığından kadının erkeğe, erkeğin de kadına selâm vermesi câizdir; ancak kadınlar bir topluluk hâlinde bulunması durumunda selâm vermek daha uygundur. Çocuklara selâm verilmelidir.
Müslimlerle gayr-i müslimler bir arada iken hepsine birden selâm verilebilir. Ancak gayr-i müslimlerin selâmlarına onların sözleriyle mukabele etmek daha uygundur.
Fatma Nur Cihan
Kaynak:
http://www.sebnemdergisi.com/

25 Aralık 2008 Perşembe

HAYIRLI CUMA'LAR..

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek sünnettir. Tırnakları Cuma namazından önce veya sonra kesmek sünnettir. Namazdan sonra kesmek efdaldir. (Dürr-ül-muhtar)
Hadis-i şerifte, (Cuma günü tırnak kesmek şifaya sebeptir) buyuruldu. (Ebuş-şeyh)
Perşembe günü de tırnak kesilebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Ali, tırnak Perşembe günü kesilir. Cuma günü de, koku sür ve yeni elbise giy.) [Deylemi]
(Cumaya perşembe gününden hazırlanın!) [Hatib]
(Her müslüman, Cuma günü yıkanmalı, misvaklanmalı ve güzel koku sürünmelidir.) [Buhari]
Cuma günleri şunları da yapmak iyi olur:
1- Cumayı perşembeden karşılamalı. Perşembe ikindiden sonra istiğfar etmeli. Kur’an-ı kerim ve Yasin suresini okumalı. Bir hadis-i şerifte, (Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir) buyurulmaktadır. (İsfehani)

2- Cuma gecesi ehli ile gusletmeli. Peygamber efendimiz, (Cuma günü gusledenin günahları affolur) buyurmaktadır. (Taberani)

3- Cuma namazına erken gitmeli, ilk safta yer almalı. Namaz kılanın önünden geçmemeli. Hatip minbere çıkınca, konuşmamalı.

4- Az da olsa sadaka vermeli. Çoluk çocuğunun nafakasını bol vermeli.

5- Cuma günü duanın kabul olduğu vakti bulmak için hep ibadet etmeli.

6- Cuma günü çok salevat-ı şerife getirmeli. Kur'an-ı Kerim, Kehf Suresi okunmalı.

7- Ana babanın ve evliyanın kabirlerini ziyaret etmeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ana-babasının kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]

8- Cuma günü sevinmek, herhangi bir müslümanın Cumasını tebrik etmek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü, kuşlar ve vahşi hayvanlar birbirine "Selamün aleyküm, bugün Cuma günüdür" derler.) [Deylemi]

9- Cuma günleri ve her gün şu (istiğfar duası)nı çok okumalıdır:
(Allahümmagfir li ve li abai ve ümmehati ve li ebnai ve benati ve li ihveti ve ehavati ve li-amami ve ammati ve li-ahvali ve halati ve li-zevceti ve ebeveyha ve li-esatizeti ve lil-müminine vel-müminat vel hamdü-lillahi Rabbilalemin!)
Kadın okursa, zevceti yerine zevci ve ebeveyha yerine, ebeveyhi demelidir.

10- İkindiden sonra, seccade üzerinde elinden geldiği kadar, (ya Allah, ya Rahman, ya Rahim, ya Kavi, ya Kadir) demeli, sonra dua etmelidir.

21 Aralık 2008 Pazar

Neye Sahip Olursanız Olun!..

Bugün insanların iştahlarının azdırıldığı, nefislerin şımartıldığı, her türlü zevk ve hazzın yüceltildiği, şeytanın ve şeytânî vasıfların alabildiğine özgürleştirildiği, sanatçı ve futbolcuların kutsandığı, paranın sonsuz bir güç kaynağı görüldüğü, mevkî ve iktidarların nefsin sultasına girdiği, helâlin terk edilip harama el uzatıldığı bir devir…
Herkesin tüketebildiği kadar “var” olduğu, gösteriş yapabildiği kadar “zengin” olduğu, zulmedebildiği kadar “güçlü” olduğu bir devir…
Böylesine her şeyin tepetaklak olduğu, kafaların ve gönüllerin bulanıklaştığı bir çağda, akıntıya kürek çekmek ne kadar zor…
İnsanlara:
Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın, bir gün öleceksiniz,
Ne kadar çok malınız olursa olsun, bir gün başkalarının olacak;
Ne kadar çok yiyeceğiniz olursa olsun, ancak midenizin elverdiği kadarını yiyebileceksiniz
demek…
Ya da;
“Sabahtan akşama kadar rızkınız için çalışsanız da, rızkınızın size takdir edilenden fazla olmayacağını bilin, elinizden geleni yaptıktan sonra sahip olduklarınıza râzı olun, hırsa kapılmayın, meşrû sınırlar içinde kalın!..” diyebilmek…
“İnsanın elinin emeğiyle, alnının teriyle yediği yemek en lezzetli yemektir.”
“Kanaatle, tevekkül ve teslimiyetle yenilen bir kuru ekmek; hırsla, açgözlülükle, haramla karışık ziyafetten binlerce kat iyidir.”
... “Allâh’ın size özel verdiği, fırsat, kabiliyet, istidat ve imkânlar sizi farklı kılar. Başkasının elindekilere özenmek yerine, onları geliştirmeye bakın!..”
diyebilmek… Böylesine reklam bombardımanı altında kalmış, çağımızın harîs tüketici insanlarına, onların yıpranmamış vicdanlarına seslenebilsek keşke… Çağların mesajını, nefis ve şeytan tamtamlarının yükseldiği böylesine gürültü kirliliğinde bile gönüllerine fısıldayabilsek…
Bak, niceleri geldi geçti, işte yaşadıkları yerler, işte yedikleri toprak, içtikleri su… Sonuçta hepsi o toprağın bağrına yarı aç, yarı tok; yarı giyinik, yarı çıplak girdi.
Hani nerede kudretiyle, askeriyle, ordusuyla beldeleri yakıp yıkan kudretli sultanlar…
Nerede bir yediğini bir daha yemeyen, bir giydiğini bir daha giymeyen asilzâdeler, zenginler, kuştüyü yataklarında dinlenen milyarderler…
Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu gibi:
“Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (er-Rum, 9)
“(Ey münafıklar!.. Siz de) sizden öncekiler gibi (yaptınız). Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlatça daha çok idiler. Onlar (dünya malından) paylarına düşenden faydalandılar. İşte sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden nasıl faydalandıysalar, siz de payınıza düşenden faydalandınız ve (bâtıla) dalanlar gibi siz de daldınız. İşte onların amelleri dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanların tâ kendileridir.” (ev-Tevbe, 69)
... Hazret-i İsa’nın doğumundan 2.000 küsur yıl geçmiş. İnsanlığın geçmişini bu tarihten öncesinde de 4.000, hatta 6.000 yıl eskilere kadar götürenler var. Yani yaklaşık 6 ilâ 8.000 yıldır bu topraklar üzerinde insanlar yaşıyor. Niceleri doğmuş, yaşamış ve ölmüş. Kimilerinin izlerini, eserlerini, isimlerini duyduk, biliyoruz; birçoğu ise meçhul olup gitmiş… Geride ne bir eseri, ne de nesli ve ismi kalmış.
Biz de doğduk, büyüdük ve yaşıyoruz. Ne zaman doğacağımızı tayin edemediğimiz gibi ölümün bizi ne zaman ve nerede karşılayacağını da bilemiyoruz.
Kısacası, insanın hayatında binlerce yıldır değişen çok fazla bir şey yok!.. Çünkü insanın tabiatı ve iç dünyası değişmiyor.
Binlerce yıl önce yaşamış Firavun ve Nemrud’ların kibri ve üstünlük iddiaları veya dünyayı kasıp kavuran ceberrut devlet ve idârelerin zulmü neyse, bugün de aynı…
Binlerce yıl önce, yeryüzünü süsleyen, İrem bağlarıyla dillere destan olan, dağları oyup içinde mağaradan evler yapan, hatta öldükten sonra yâd edilmek için piramitler diken insanlar neyse, günümüzde de göklere meydan okuyan gök delenleri dikenler aynı kişiler…
Geçmişte evlerini, ambarlarını yiyeceklerle dolduran, daha fazlasına sahip olmak için çalıp çırpan, kaba kuvvet kullanan kimseler, bugün de insanların ceplerine uzanan, hiç ölmeyecekmiş gibi para yığanların aynıları…
Hepsi insan…
Hepsi hırslı…
Hepsi fânî…
İnsanın iç dünyasında, tabiatında ve fıtratında bir değişiklik olmadığı için, ona sürülecek merhem de aynı… “Yüzlerce yıl önce indirilmiş” olan ilâhî bir kitap, bugün de, yarın da insanların dertlerine derman olacak…
Çünkü insanı yaratan ve onun her hâlini bildiren Cenâb-ı Hak, onu, zaaflarından nasıl kurtulacağı noktasında da yalnız bırakmamış. Onu vahşetten medeniyete, zulümden adâlete, şiddetten şefkate, tamahtan kanaate, kısacası şeytanlıktan melekliğe yükseltecek yolu göstermiş. Yeter ki, o yolun yolcusu olmaya niyet etsin…
(Fatma Nur Cihan)
Kaynak: Şebnem Dergisi/33

14 Aralık 2008 Pazar

"VAV" olabilmek...

İnsan VAV şeklinde doğar,
Bir ara doğrulunca kendini ELİF sanır
İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.
Kulluğun manası VAV'dadır, ELİF uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.
O yüzden Lafz-ı ilahi ELİF'le başlar. ELİF kainatın anahtarıdır, VAV kainattır.
Rabbi VAV gibi mütevazi olsun ister kulları.
Musa dal olmuştur ama Firavunun gözü ELİF'te kalmıştır.
İbrahim ateşte VAV'dır, Nemrut bizzat ateşe odun.
Yunus, VAV olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.
İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında.
Boylu boyunca uzansa da kac kisi rahattır mezarında?
VAV'ın ELİF'le münasebeti ne kadar iyiyse, kainatın dengesi de o kadar düzgündür.
Kim kimi hatırlarsa evvel o ona koşar.
Kainatta tüm cisimler boşlukta dönerken insan belki o yüzden boşlukta kalmamış, Rabbi onu imanla doldurmuştur.
Evvelde ELİF'tir, bir ilahi nefesle ahirde VAV olur kainat. Manayı bilmeyenler VAV diyemez VAV derler..
Buna anlamca vaveyla denir.
Yani VAV olamadıkları için feryad edenlerin halidir. ELİF bir ağaç ve insan onun dalıdır.
Azrail budadıkça nefesleri, daha gür çıkar sesleri. Her biri Dal olur ve o ağaçtan beslenir. VAV olur o ağacın gölgesine sığınır.
Ve ALLAH insana seslenir, Peygamber eliyle ulaşan mesajı hem dal hem VAV ol der insana.
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler; kötülüğe engel olurlar. Namaz kılarlar, zekat verirler. ALLAH'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara ALLAH rahmet edecektir. ALLAH şüphesiz güçlüdür, hakimdir."
Başkasının önünde eğilmek ne zordur. Birilerinin emri altına girmek ne ağırdır. Krallara boyun eğmemiş insan görmediği bir varlığa mı itaat edecektir?İnsan kendinin bile farkında değildir iki lam birbirine sarılıp kainatı ayakta tutan sütunlar gibi durmuştur elifin ardında, kainatın gezegenleri yuvarlanıp son harf misali peşinden giderken, insan yolculukta geri kalmanın acısını ne zaman anlayacaktır. Zordadır sığınacak yeri yoktur. Evrene ve seslere kulak verenler duyar yeniden o kutlu çağrıyı;
"Sabır ve namazla ALLAH'tan yardım isteyin. Rablerine kavuşacak ve O'na döneceklerini umanlar ve ALLAH'a gerçek bir saygı gösterenlerden başkasına namaz elbette ağır gelir"
Sonra çağırır insanı, belki cennet kokusunu duyurmak içindir bu davet, belki kendi yanına çağırıyordur.
İşte o ayet: "Secde et, yaklaş!"
Eğil ve ben senin başını göklere erdireyim, yıldızları ayağına sereyim, sana gezmekle bitiremeyeceğin cennetler, sayamayacağın nimetler vereyim demektir bu.
Secde et, VAV ol, vay dememek için la şey olan insan her şey demek olan Rabbinin önünde…!
Kaynak:İnternet Ortamı

4 Aralık 2008 Perşembe

Arefe Günü (BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN)

Arefe Günü
Arefe, Kurban Bayramindan bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayinin 9. günüdür. Baska güne arefe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayraminin bir önceki gününe de arefe denmistir. Resulullahin (sav) bildirdigine göre:
"Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü disinda yapilan yetmis hacdan faziletlidir. Dualarin en faziletlisi de arefe günü yapilan duadir. Benim ve benden önceki peygamberlerin söyledigi en faziletli söz de: Lailahe illallah vahdehu la serike lehu. (Allah birdir, ondan baska ilah yoktur, O'nun ortagi da yoktur) sözüdür." (Muvatta, Hacc 246)
Hazreti Aise (ra) anlatiyor:
"Allah, hiçbir günde, arefe günündeki kadar bir kulu atesten çok azat etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklasir ve onlarla meleklere karsi iftihar eder ve:
"Bunlar ne istiyorlar?" der." (Müslim, Hacc 436)
Resulullah(sav):
"Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'in kiymet verdigi bir gündür." diyerek Allahu Teâlâ'nm kiymet verdigi günü hürmet ederek bilinçli bir sekilde yasamaya gayret etmemizi istemistir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle baslar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istigfarla geçirmek kullarini arefe gününde bagislayacagini müjdeleyen Allahu Teâlâ'ya hürmetin ve sükrün bir ifadesidir. (Deylemi)
Hazreti Ömer (r. a) ile Yahudi arasinda geçen konusmada arefe gününün önemini göstermektedir:
Hazreti Ömer'in halifeligi zamaninda Yahudilerden birisi: "Ey Ömer, siz bir âyet okuyorsunuz ki, o âyet bize inseydi o günü bayram olarak kutlardik." dedi.
O âyet, Maide sûresinin üçüncü âyetiydi. Cenab-i Hak söyle buyurmustu:
"Bugün, sizin dininizi kemale erdirdim ve size nimetimi tamamladim."
Bu âyet, hicri onuncu yilda, Veda Hacci'nda, arefe günü olan cuma günü ikindiden sonra, Peygamber Efendimiz Arafat'ta "Adba" adindaki devesinin üzerinde vakfede iken nazil olmustu. Deve vahyin agirligina dayanamayarak yere çökmüstü.
Hz. Ömer'e Yahudiden hangi âyet oldugunu ögrenince söyle dedi:
"Biz o günü ve o gün bu âyetin Hz. Peygambere (sav) nail oldugu yeri biliriz. Cuma günü arefede bulunuyordu." demis ve o günün bayramimiz olduguna isaret ederek arefe gününün önemini belirtmistir.
Arefe günü, Hazreti Âdem (as) ile Hazreti Havva'nin Arafat'ta bulustuklari gündür.
Terviye, arefe gününden bir önceki güne denir. Peygamber Efendimiz (sav) söyle, buyurmustur: "Terviye günü oruç tutan ve günah söz söylemeyen Müslüman cennete girer."
Bugün tutulan oruç, bin gün nafile oruca bedeldir. Aynca geçmis ve gelecek yilda yapilan tövbelerin kabul olmasina da sebep olur. Arefe günü oruç tutmak da çok sevaptir. Resulullah (sav) söyle buyurmustur:
"Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselâmdan, Sûr'a üfürülünceye kadar yasamis bütün insanlarin sayisinin iki kati kadar sevap yazilir."
"Arefe günü tutulan oruç, bin günlük nafile oruca bedeldir."
"Asure günü orucu bir yillik, arefe günü orucu da, iki yillik nafile oruca bedeldir."
Arefede tutulan oruç, iki bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve Allah yolunda cihâd için verilen iki bin ata bedeldir."
"Arefe günü tutulan oruç, biri geçmis, biri de gelecek yilin günahlarina kefaret olur."
Arefe günü özellikle bin adet Ihlas okumak büyük zatlar tarafindan tavsiye edilmistir. Hadis-i seriflerde Ihlas sûresini okumanin kul borcu hariç diger günahlarin affedilmesine vesile olacagi söylenmistir.
"Arefe günü Besmele ile bin Ihlas okuyanin günahlari affedilir ve duasi kabul olur."
"Peygamber (sav) arefe aksami ümmetinin affedilmesi için dua etti. Duasina, 'Muhakkak ki ben zalimden baskasini magfiret ettim.' diye cevap verildi. 'Zalimden ise mazlumun hakkini alirim.' buyruldu. Resul-i Ekrem:
'Ey Rabbim, dilersen mazluma cennette mükafatini verir zalime de magfiret edersin.' diye dua etti ise de Arafat'ta bu duasina Allahu Teâlâ'dan kabul gelmedi. Sabah vakti Müzdelife'de ayni duayi tekrarladi. Bu defa duasi kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden ve sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (ra):
'Anam babam size feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, sizi güldüren nedir?' diye sordu. Resulullah(sav):
'Allah'in düsmani Iblîs, Allahu Teâlâ'nin duami kabul ederek ümmetimi affettigini anlayinca topragi alip basina çalmaya ve vay sana helak oldun diye feryada basladi. Iste Seytan'in görmüs oldugum bu feryadi beni güldürdü, buyurdu."
Arefe gününe saygili olmali, o gün hacilar Arafat'ta vakfe yapip dua ederken manen onlarin yaninda oldugumuzu hissederek dualarina istirak edilmelidir. Böyle bir günde bizi günaha sokabilecek her seyden uzak kalmak gerekmektedir. "Günümüzde arefe, bayramin bir önceki günü oldugu için dünyalik telaslarin en yogun oldugu bir gün olarak yasanmaktadir. Oysa ki arefe insana verilen en kiymetli vakitlerden biridir. Bugünler ibadet ve affedilme günleridir. Hacilarin Arafat'ta "Lebbeyk (Buyur Rabbim)" diyerek dil, irk, ten ayirimi yapilmaksizin bir araya geldigi mahser gününü hatirlatan, kullugun Allahu Teâlâ'ya dualarla, telbiyelerle arz edildigi en kiymetli zaman dilimidir. Resulullah (sav) söyle buyurmustur:
"Duanin faziletlisi, arefe günü yapilanidir." (Beyheki) "Allahu Teâlâ, arefe günü kullarina nazar eder. Zerre kadar imani olani affeder."

Allahu Teâlâ bazi geceler dualarin reddedilmeyecegini Peygamber Efendimize (sav) bildirmistir. Rahmet kapilarinin açildigi dört mübarek gece sunlardir:
1- Fitr (Ramazan) Bayrami gecesi,
2- Kurban Bayrami gecesi,
3- Terviye gecesi (Zilhicce ayinin 8. gecesi),
4- Arefe gecesi, (Isfehani)

Arefe gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Saadet-i Ebediyye'de arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacagi söylenmistir.
Arefe günü günahlardan uzak kalanin da bagislanacagi Resulullah (sav) tarafindan müjdelenmistir.
"Arefe günü Resulullahin (sav) yaninda bulunan bir genç, kadinlari düsünüyor ve onlara bakiyordu. Resulullah (sav) eliyle birkaç defa gencin yüzünü kadinlardan çevirdi. Genç yine onlari düsünmeye basladi. Resulullah (sav):
- Kardesimin oglu, bugün öyle bir gündür ki, bugünde herkesin kulagina, gözüne ve diline sahip olursa günahlari bagislanir, buyurdu." (Müsned)

Arefe Günü Yapilmasi Tavsiye Edilenler:
1- Arefe gününün sabah namazinin farzindan sonra tesrik tekbirleri getirilmeye baslanmalidir.
2- Arefe günü oruç tutulmalidir.
3- Arefe gününe hürmet edilmeli, günaha girmemeye dikkat edilmelidir.
4- Arefe günü çok dua ve istigfar edilmelidir.
5- Arefe günü 1000 âdet Ihlas-i serif okunmalidir.

KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN İNŞAALLAH..

1 Aralık 2008 Pazartesi

SIKINTILI MISIN?


Diyelim başınıza istemediğiniz bir olay geldi. Yıkık, perişansınız. Kimse ile görüşmek istemiyorsunuz. Çoğunluk size küsmüş gibi. Yalnızsınız. Herkes benden uzak, herkes bana kırgın düşüncesi içinde çöküntü yaşıyorsunuz. Yalnızlığınızın karanlık mağarasına şu ayet bir güneş gibi doğuyor:
'Rabbin sana ne darıldı, ne de seni bıraktı' (Duha3). Kim kırılırsa kırılsın, kim darılırsa darılsın, kim terk ederse etsin. Rabbim terk etmiyor, kırılmıyor ya, ne gam!... Bu ne büyük ferahlık değil mi?... Başınızda ağır bir dert var. Sanki hiç bitmeyecek gibi geliyor. Sanki bu sorun hayatınızın sonunu hazırlıyor gibi. İşte o an ayet yetişiyor imdada:
'Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! '(İnşirah-5/6)
Garantiyi veren ALLAH !...
Hem de ne garanti, her zorlukla beraber bir de kolaylık geleceği 'mutlaka' ifadesi ile pekiştirilip ikna olalım diye iki kere tekrarlanıyor. Ayet; kolaylığın zorluk içinde saklı olduğunu, çözümün sorunda gizli olduğunu da fısıldıyor. Bu manayı duymuş olan Niyazi Mısri(k.s) şöyle demiş:
'Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş'
Maddi sıkıntınız hat safhada. Yoksul düştüğünüzü hissediyorsunuz. İflas ettiniz... Sıfırı tükettiniz yani. Nasıl ayağa kalkarım düşüncesi içinde boğulurken ayet size yeni bir ümit veriyor:
'Eğer yoksulluktan korkarsanız, ALLAH dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.' (Tevbe-28 ).
Bir yakınınız ölümcül hastalıkla yatağa düştü. Doktorlar fazlaca ümit vermiyorlar. Çoğu kere Onu nasıl teselli edeceğinizi dahi bilemiyorsunuz. Gerçek ortada iken moral vermeye çalışmak sanki sahte davranmak gibi geliyor size. Ciddi bir delil olmalı ki hastanıza siz de inanarak moral verebilesiniz.
Eyyub Nebi var Kur'anda...
Hastalıkların, dertlerin en ağırına müptela olmuş ama sıhhate kavuşmuş. Onun hali size dayanak oluyor; Kulumuz Eyyub’u da an, o zaman Rabbine şöyle nida etmişti:
'Bak bana, meşakkat ve acı ile şeytan dokundu! Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir misli daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, temiz akıllılar için bir ibret olsun.' (Sad-41/43).
Ama yine de bazı şeyleri yediremiyorsunuz kendinize. Bir tutamak arıyorsunuz. Ayet el veriyor size:
'Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır.ALLAH bilir, siz bilmezsiniz. ' (Bakara-216).
Rabbimiz , Rasulümüz Muhammed (s.a. v), Kitabımız Kuran , Yolumuz Sırat-ı Müstakim!... Bizden bahtiyarı yok dünyada! ...
Her ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın zafer ve başarı bizim. Bu da kafadan söylenmiyor, Kuran konuşuyor:
Vel Akıbetü lil Muttakin (Kasas-83): Akıbet (hayırlı son, güzel sonuç) Müttakiler (takvayı kuşananlar, korunanlar, inanca sarılanlar) içindir!...
Kaynak: İnternet ortamı.

27 Kasım 2008 Perşembe

Dedim ki "çok yalnızım"..

Dedim ki: "Çok yalnızım."
Dedi ki: ...
"Ben ki sana çok yakınım." Bakara-186

Dedim ki: "Evet biliyorum, sen bana yakınsın ama ben senden uzağım, keşke ben de sana yakın olabilseydim.
Dedi ki:
"Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret." Araf-205

Dedim ki: "Bu da senin yardımını ister."
Dedi ki: "ALLAH'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?" Nur-22

Dedim ki: "Tabii ki, beni affetmeni çok isterim."
Dedi ki:
"Öyleyse) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Gerçekten benim rabbim, esirgeyendir, sevendir." Hud-90

Dedim ki: "Çok günahkârım, bu kadar günahla ben ne yaparım?"
Dedi ki:
"ALLAH'ın, kullarının tövbesini kabul edeceğini ve ALLAH'ın tövbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?" Tevbe-104.

Dedim ki: "Defalarca tövbe edip tövbemi bozdum, artık yüzüm kalmadı."
Dedi ki:
"ALLAH aziz ve bilendir, o günahları bağışlayan ve
kullarının tövbesini kabul edendir." Ğafir-2/3.

Dedim ki: "Bunca günahım var, hangisinin tövbesini yapayım?!"
Dedi ki:
"ALLAH bütün günahları bağışlayandır." Zümer-53.

Dedim ki: "Yani, yine gelsem, yine beni bağışlar mısın?"
Dedi ki:
"ALLAH'tan başka günahları bağışlayacak olan yoktur." Ali İmran-135.

Dedim ki: "Ne kadar güzelsin ALLAH'ım! Bilmiyorum bu sözlerin karşısında niçin böylesine içim içime sığmıyor ve erimeye başlıyorum, seni çok seviyorum."
Dedi ki:
"Şüphesiz ki ALLAH tövbe edenleri ve temizlenenleri sever."

Bir de "İlahım ve Rabbim, benim senden başka kimim var" dedim.
Rabbim de:
"ALLAH kuluna yetmez mi?" (Zümer-36) dedi.

Dedim ki: "Sen ki, beni bu kadar çok seviyorsun ve bana karşı bu kadar iyisin ben ne yapabilirim?
Dedi ki:
"Ey iman edenler!
ALLAH'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah - akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen Odur.
Melekleri de, size istiğfar eder. ALLAH, müminlere karşı çok merhametlidir." Ahzap-41/43.

Kendi kendime dedim ki:
"ALLAH'ım seni çok çok çok seviyorum."

Kaynak: İnternet Ortamı

23 Ekim 2008 Perşembe

31 Ağustos 2008 Pazar

Hoşgeldin RAMAZAN-I ŞERİF...

Amellerin değerlendirilmesi Allâh'a âiddir. Ömrün hayırlısı, O'nun yanında geçen ve O'nun uğrunda harcanandır. İnsan, mezara indirilirken fânî hayatın ancak hâtıraları ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden başka hiçbir şeyin giremediği mekânlardır. Allâh rızâsına uygun düşmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.
Hadîs-i şerîfde: "Mü'min öldüğü zaman, namazı baş ucunda, sadakası sağında, oruç göğsünde bulunur." buyurulması, bunun en güzel bir delîlidir. Allâh'ın sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in buyrukları sebebiyle bizlerin mübârek Ramazan ayının biraz daha fazla kıymetini bilmemize, ona daha fazla değer verip daha fazla sevap işlememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.
Hadîs-i şerîfde buyurulur: "Eğer insanlar, Ramazan-ı Şerîf'in ne olduğunu lâyıkıyla bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu ederlerdi. "Günlerimiz mübârek, Ramazan-ı Şerîf'imiz makbûl olsun!..
İstikbâl mü'minlerindir...
Kaynak: Altınoluk Dergisi, 1998, Aralık (154)

Bir hadîs-i şerîfte, kâfirlerin kıyâmet günündeki hâli şöyle tasvîr edilir:“Kıyâmet gününde kâfir getirilir ve ona, «Söyler misin, senin dünyâ dolusu altının olsa bunları şu an kendini kurtarmak için fidye olarak verir misin?» denildiğinde, «Evet.» cevâbını verir. Bunun üzerine ona: «Senden bundan daha kolayı istendi (fakat bundan çekindin!)» denilir.” (Buhârî, Rikâk 49; Müslim, Münâfıkîn 52)
Sâlihlerden biri şöyle demiştir:“Rüyamda kendimi cehennemin köprülerinin üzerinde duruyor gördüm. Oraya büyük bir korku ve endişe ile baktım. Kendi kendime:“–Bunları nasıl geçeceğim?” derken oradan biri bana:“–Ey Allâh’ın kulu, yükünü bırak da geç.” dedi. Ona:“–Benim yüküm nedir ki?” dediğimde:“–Dünyâyı bırak.” diye karşılık verdi. (Rûhu’l-Beyân, II, 470)
Kalpten çıkarılması gereken dünyânın ne mânâya geldiğini ise, Hazret-i Mevlânâ şöyle hülâsa eder: “Şunu bilesin ki, dünyâ; para, pul, kadın, giyim-kuşam, ticâret değildir. Dünyâ; Allah’tan gâfil olmaktır.”Yâni kalbi meşgûl ederek kulu gaflete düşüren ve Rabbini unutturan her şeyi gönülden çıkarmak îcâb eder.
Rabbimiz bizleri, emânet olarak verdiği nîmetleri âhiret sermayesi hâline getirebilen sâlih ve sâdık kullarından eylesin!.. Bizleri kıyâmet günü mahzun ve mahrum bırakmasın!..
Âmîn!
Kaynak: Şebnem Dergisi, 2008, Temmuz (41)

15 Ağustos 2008 Cuma

BERAT DUASI ve NAMAZI

Şa'ban-ı şerifin onbeşinci, Berât gecesi akşam namazından sonra üç kere Yasin sûresi ve her birinin sonunda bu Berât duâsı okunacaktır. Birinci Yâsin-i Şerîfden sonra bu duâ okunurken Allah'ın saîd kullarından olmak niyyetiyle okunacaktır. İkinci defa okunurken hayırlı ömür uzunluğu niyyetiyle okunacaktır. Üçüncü defa okunurken kaza ve belâlardan emîn olup hayırlı rızık için okunacaktır (Bahsedilen "Berat Duası" kaynak olarak verilen adrestedir).
Berât gecesinde yatsıdan sonra ikide bir selâm vermek üzere yüz rek'at namaz kılınır. Her rek'atda Fâtiha'dan sonra on kere İhlâs-ı şerîf okunur. On defa İhlâs-ı şerîf okumağa kudreti olmayan beş veya üç kere okur. Bu namaz tamam oldukdan sonra okuyabildiği kadar salavât-ı şerîfe ve huzûr-ı kalble tevbe ve istiğfar edip Allah Teâlâ Hazretlerinden dünyevî ve uhrevî hâcetlerini taleb ve niyâz edecektir.
Kaynak:http://www.dualar-zikirler.com/index.php?bno=10&yno=50

31 Temmuz 2008 Perşembe

Tefvizname

Hak şerleri hayr eyler
Ârif anı seyreyler
Zan etme ki gayreyler
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler

Sen Hakk’a tevekkül kıl
Sabreyle ve râzı ol
Tevfiz it ve rahat bul
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler

Kalbin ana berk eyle
Takdîrini derk eyle
Tedbirini terk eyle
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
......
Bir işi murâd itme
Hak’dandır O red itme
Oldıysa inâd itme
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
.....
Dime şu niçün şöyle
Bak sonuna sabr eyle
Yerincedir ol öyle
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler

Hiç kimseye hor bakma
Sen nefsine yan çıkma
İncitme gönül yıkma
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
.....
Her sözde bir nasihat var
Her işde ganîmet var
Her nesnede zinet var
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler
........
Vallah güzel etmiş
Tallah güzel etmiş
Billah güzel etmiş
Allah görelim netmiş Netmişse güzel etmiş.
(Erzurumlu İbrahim Hakkı)

3 Temmuz 2008 Perşembe

REGAİB KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN...

Leyle-i Regâib
Leyle-i Regâib'den evvelki perşembe günü oruç tutulup akşam birkaç lokma iftar edip akşam namazını edâdan sonra iki rek'atta bir selâm vermek üzere oniki rek'at nafile namaz kılınacaktır. Her rek'atta Fâtiha'dan sonra üç kerre Kadir suresi, ve oniki kere "İhlâs" sûresi okunacaktır.
Veyahud bir kere "Kadir" sûresi ve üç kere "İhlâs" sûresi okunur. Namaz tamam oldukda yetmiş kere ........ okunacakdır. Sonra secde edilip secdede yetmiş kere: ...... okunacaktır.
Secdeden baş kaldırıp otururken yetmiş kere: ....... duâsı okunacak.
Tekrar secde edip yine yetmiş kere: ....... duâsı okunacak.
Ve sonra secdede iken dünyevî ve uhrevî ne hâceti varsa Hakk -celle ve âlâ- Hazretlerinden niyâz edilecektir. Sonra secdeden başını kaldırıp namaz ve duâsı tamam olmuş olur.
Kaynak: http://www.dualar-zikirler.com/index.php?bno=10&yno=48
....... kısımlar Kaynak linkinde vardır.

13 Haziran 2008 Cuma

Hepsi Farklı Hepsi Değerli

Her biri ayrı değerde, her biri ayrı tat ve her biri fıtratına göre farklı birini doyurup açlığını gideriyor... Her biri bize ayrı bir örnek, layık olabiliriz inşaallah...

HAKİME ED - DIMEŞKİYYE
Şam evliyalarının büyüklerinden, Marifetullah sahibi bir hanımdır1 ve ayrıca Rabia-i Şamiyye’nin hocasıdır.2
Rabia anlatıyor: Bir gün onun yanına girdim Kur’an okuyordu. Bana; “Ey Rabia! Eşinin senin üzerine evlenmek istediği haberi ulaştı.” Doğrumu deyince ben de; evet dedim. Bunun üzerine: akıllı bir kimse nasıl kabul eder ki. Bir akıl ile gönlünü Hüda’dan ayrı iki kadın ile meşgul kılsın! Şu ayet sana ulaşmadı mı? “ Selim bir kalple Allah’a gelenler müstesna...”3 Ben, hayır dedim. Bunun üzerine ayeti tefsire başlayarak, kalbi selimi şöyle açıklamıştır: “ O Allah’tan başkasını kalbine sokmayıp sadece Allah ile birlikte olmak.”4 Ebu Süleyman ed-Darani, Hakime’nin bu sözü hakkında:” Otuz seneden beri bundan daha büyük bir söz duymadım.” demiştir.5 Rabia devamla: “ onun bu sözünü işitince çıkıp eve gittim. Sokakların tenha yerlerinden gidiyor ve erkeklerden haya ediyor, kaçınıyordum. Beni kimse görmedi ve gelip olayı eşime anlatınca eşim: buna şükür etmek gerekir dedi.6
İnsan nasıl olmalıdır sorusuna şöyle cevap vermiştir: Hak ile olmalı, Hak ile söylemeli, Hak ile dinlemelidir.7
Hakime ed-Dımeşkıyye’nin ayeti tefsir edişinden, onun Kur’an’ı onu özümsemiş ve hayatına geçirmiş olduğunu anlıyoruz. Ayrıca ‘kalbi selim’i isteyen birinin ona; kalbinden tüm sevgileri, ilgileri ve meşguliyetleri çıkarmakla ulaşabileceğini belirterek ayete güzel bir yorum getirmiştir.
HABİBE EL –ADEVİYYE
Basra âbidlerinden ve ariflerin büyüklerindendir. Ebu Muhammed el-Mekkî’nin anlattığına göre; Habibe yatsı namazını kıldıktan sonra düz bir yere ulaşıncaya kadar gitti. Örtüsünü sıkıca bağladıktan sonra şöyle dedi: “ İlahi! Yıldızlar çıktı, gözler uyudu, melikler kapılarını kapadılar. Senin kapın ise açık! Her sevgili sevdiği ile baş başa. Ben de senin huzurundayım” seher vakti geldiğinde ise şöyle dua etti: “ Ey Allah’ım! Bu gece geçip gidiyor, bu gündüz ki ağarıyor ne kadar garip! Gecemi kabul ettin mi? Ondan hoşlandın mı? Yoksa onu red mi ettin? Beni izzetinle şereflendirir misin? Şayet beni kapında bırakarak azarlarsan yine de kalbimde senin keremin ve cömertliğinden başka bir şeye yer yok.”8
Ebu Muhammed el-Mekkî, Habibe’nin duasını anlattığına göre onunla muasır olmalı ve onunla sohbet etmiş olmalıdır. Habibe Hatun’nun duasına baktığımızda onun gecelerini niyazla geçirmiş olduğunu ve muhabbet ehli olduğunu söyleyebiliriz. Seher vakti yapmış olduğu duasında ise havf durumu var ki, amellerinin kabul edilip edilmeme korkusu onu çok ciddi bir şekilde endişelendirmektedir. Fakat buna rağmen onda muhabbetin daha fazla olması sebebiyle onun Allah’a her ne şekilde olursa olsun aşkla yöneldiğini görmekteyiz. Dualarında “Kahrın da hoş, lutfûn da hoş” düsturunun ağırlıkta olduğu açıkça görülmektedir.
1 Zihni Efendi, a.g.e., c.I, s.210
2 Sülemi, Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâti’s-Sûfiyyat, s.53, Emine Cavide Hanım, Menâkıbu Veliyyâti’n-Nisa, Süleymaniye Kütüp. Tahir Ağa Bölümü, 344 no, s.30
3 Kur’an, Şuara, 89
4 Sülemi, a.g.e.,s.53; Molla Cami, a.g.e., s.95; Zihni Efendi, a.g.e., c.I, s.210
5 Sülemi, aynı yer
6 Sülemi, aynı yer
7 Emine Cavide Hanım, aynı yer
8 Sülemi, Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidati’s-Sûfiyyat, s.93, İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.II, s.32; Münavi, el-Kevakibü’d-Düriye, V.72a; Kehhâle, Âlâmu’n-Nisa, c.II, s.223;

14 Mayıs 2008 Çarşamba

SEYYİDE AİŞE ve ÜMMÜ HASAN

SEYYİDE ÂİŞE
Âişe bint. Cafer-i Sadık, Peygamber sülalesinden Cafer-i Sadık’ın kızıdır ve Musa Kazım’ın kız kardeşidir. Dedesi Muhammed Bakır, onun da dedesi Hz. Hüseyin’dir.1 Lakabı Ümmü Ferve’dir.2 Seyyide Âişe edeb ve haya üzere yetişmiştir. Emevi halifelerinden II. Ömer diye meşhur olan Ömer b. Abdülaziz’in eşidir. Çok ibadet ederdi. İbadette nefse zor gelen ve nefsin yapmayı istemediği şeyleri yapardı. Evliya bir hanımdır.3
Seyyide Âişe bir münacatında: “Ya Rabbi! İzzetin ve Celal’in hakkı için eğer beni cehennemine koyacak olursan yine seni tevhid eder, var ve bir bilirim.” dedi.4 Başka bir rivayette ise: “İzzet ve Celaline and olsun ki; eğer beni cehenneme atarsan, tevhid halimi elime alacağım, cehennem ehli arasında dolaşıp şöyle diyeceğim; ben onu tevhid ettim; o bana azap ediyor...”5
H. 145’te Kahire’de vefat etti. Karafe kabristanlığına giderken solda Seyyide Âişe adını taşıyan mescid içinde medfundur.6
Seyyide Âişe çokça ibadet eden salah sahibi bir kişiydi. Sözlerinden onun naz makamında olduğu çıkarılabilir. O bu makama çokça ibadet ederek ulaşmıştır. Ayrıca daha önce bahsettiğimiz gibi tüm mücevheratını Beytü’l mal’e eşinin isteği üzerine vermiş eşinin vefatından sonra tekrar kendisine verilmek istendiğinde karşı çıkmıştır. Bu hareketini onun haram ve helal dairesine ne kadar çok ehemmiyet verdiğinin bir göstergesi olarak kabul edebiliriz.
ÜMMÜ HASAN
Kûfe ehlinden bir zahiddir. Zühd ve salâhı ile tanınmıştır.7Süfyan-ı Sevri ile muasır idi. Süfyan ve Abdullah b. Mübarek onunla sık sık sohbet eder, öğütlerinden feyiz alırlardı.8 Hatta bazıları Süfyan’ın onunla evlenmek istediğini söylemektedir.9
Süfyan Sevri anlatıyor: bir gün evine gittim evinde köhne bir hasırdan başka bir şey göremedim. Ona; amca oğullarına mektup yazsan bu halini düzeltseler olmaz mı? Dediğinde Süfyan’a: “Ey Süfyan! Bundan evvel sen benim gönlümde ve gözümde daha aziz ve muhterem idin. Ben dünyaya malik, kadir ve mutasarrıf olan Rab’dan istemiyorum kaldı ki buna kadir olmayan aciz kişiden nasıl isterim?” sonra sözlerine şöyle devam etti: “ Ey Süfyan! Vallahi ben üzerimden Allah’tan gafil olarak bir anın geçmesini dahi istemem.” Süfyan bu sözler üzerine ağladı.10
Ümmü Hasan’ın bu sözlerinden şu sonucu çıkarabiliriz: O, dünyaya bir yolcu gibi bakmakta ve bu sebeple ondan faydalanmayı düşünmemektedir. Ayrıca rıza makamında olması sebebiyle Allah’tan gelen her şeye razı olmaktadır ve yine bu sebeple her şeyin sahibi ve vermeye kadir olan Allah’tan bile bir şey istememektedir.
1 Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.XII, s.8
2 Evliyalar Ans.,c.II,ss.406-07
3 Zihni Efendi, aynı yer; Evliyalar Ans., s.407
4 Münavi,a.g.e., V.101b; Evliyalar Ans.,s.408,
5 Şarani, Tabakâtü’l-Kübra, c.I-II, s.216 Kehhâle, Âlâmu’n-Nisa, c.III, s.132, Tumi, a.g.e., c.III, s.350 ve c.II, s.142
6 Şarani,aynı yer;; Zihni Efendi, aynı yer; Tumi, a.g.e., c.III, s.182, c.II, s.142; Evliyalar Ans.,s.407
7 İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.III, s.124; Mola cami, Nefehatü’l-Üns, s.695; Zihni Efendi, a.g.e., c.I, s.75; Kısakürek,Veliler Ordusundan, Büyükdoğu Yay., İst.1993, s.495; Derniki, Âbidâtü’z-Zâhidat, s.19 Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.IV, s.454;
8 İbn Cevzi, aynı yer; Molla Cami, aynı yer; Zihni Efendi, aynı yer; Derniki, aynı yer; Sahabeden Günümüze Allah Dostlerı, aynı yer
9 İbn Cevzi, aynı yer; Molla Cami, aynı yer; Derniki, aynı yer; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, aynı yer; Derniki, aynı yer
10İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.III, s.124; Molla Cami, Nefehatü’l-Üns, s.695, Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.I, s.76; Kısakürek, Veliler Ordusundan, s.495; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.IV, s.454 Derniki, Âbidâtü’z-Zâhidat, s.19;Tumi, Tabakâtü’l-Kübra, c.II, s.126

5 Mayıs 2008 Pazartesi

AMİNE ER-REMLİYE

Kadın evliyalardan olup m.8. asrın sonlarında, Kudüs civarında ki Remle şehrinde yaşamıştır. 1 Doğum tarihi bilinmemektedir. Âmine Hatun zamanının büyük âbid ve zâhidlerindendir. Bir çok ünlü zâhid kendisini ziyaret için yanına giderlerdi.2 Keşf sahibi idi. İlmi seviyesinin yüksekliği ile bilinmektedir. Kalbinde dünyanın şan, şöhret ve malına karşı zerre kadar yer vermezdi. Nefsinin zevk ve arzularından uzak durur, sürekli Allah’a ibadetle meşgul olurdu. Haram ve şüphelilerden kaçması ile işini Alah rızası için yapması herkes tarafından biliniyordu. Bu sebeple herkes kendisinden dua isterdi.3
Bir gün bazı âbidler ziyaret için yanına gittiler. Onlara: “işiniz nedir?”diye sordu. Onlar da: “dua istiyoruz “ dediler. Âmine onlara: “eğer vaizler konuşmaya istekli olsalardı, ben susma bakımında en dilsiziniz olurdum. Lakin dua sünnettir!” dedi ve şöyle dua etti: “Allah varacağınız evi cennet yapsın ve ölümü benimle sizin aklınızdan çıkarmasın. İmanımızı muhafaza etsin. O rahmet edenlerin en merhametlisidir.”4görüldüğü gibi Âmine’nin bu sözünden, ölüm korkusunu hiç aklından çıkarmayıp, vaizlerin gerektiği şekilde konuşmadıklarını, onun da susmayı daha çok sevdiğini çıkarabiliriz.
Âmine er-Remliye, hastaları ziyaret ederdi. Nitekim büyük velilerden olan Bişr b. Haris hasta olduğunda onu da ziyarete gitmiştir. Amine içeride iken, İmam Ahmet de, Bişr’in ziyaretine geldi. Âmine’yi görünce Bişr’e kim olduğunu sordu. O da; bu Âmine-i Remliye’dir... hastalığımı duymuş ve Remle’den ziyaretime gelmiş, dedi. Ahmed b. Hanbel onun Amine olduğunu öğrenince Bişr’e: Ona söyle de bizim için dua etsin dedi. Bişr, Âmine’ye: Ahmed b. Hanbel’in isteğini iletince kabul etti ve elini açıp şu duayı yaptı: “Allah’ım Bişr b. Hâris ve Ahmed b. Hanbel cehennemden kurtulmak istiyorlarsa, onları kurtar... Ey merhamet edenlerin en merhametlisi.” Bundan sonrasını Ahmed b. Hanbel anlatıyor: “ o gün akşam olmuştu...uyur uyanık bir haldeydim. Semadan bir kağıt parçası gelip önüme düştü üzerine şu satırlar yazılmıştı: Rahman ve Rahim olan Allah adıyla... biz, o arzu edileni yaptık... katımızda daha üstün şeyler de var...”5
Âmine ilmiyle, zühd ve ibadetiyle tanınmış olduğundan Bişr b. Haris hazretleri gibi zatlar onu ziyaret eder ve onun ilminden, zühdünden yararlanmak isterlerdi.6 M.815’te vefat etmiştir.7 Âmine büyük zatların kendisinden dua istediği ve duası kabul olan bir velidir. Duasında Allah’ın merhametine vurgu yapılmakta ve ayrıca onun bu duasında Allah’ın merhameti ile cehennemden azad edilme unsurları birlikte zikredilmektedir. Birde onun duası korku ile Allah’ın rahmetini birlikte ihtiva etmektedir. Duasının kabulünde, onun bu isteğinin Allah’ın rahmet sıfatı ile (merhametinin geniş olması sebebiyle) birlikte zikredilmesinin ve duasında ihlas ile samimiyetin bulunmasının rolü olduğu düşünülebilir.
1 Kehhâle, Âlamu’n-Nisa, c.I, s.10; Evliyalar Ans., c.III, s.194
2 Kehhâle ,aynı yer; Tumi, Tabakâtü’l-Kübra, c.II, s.126
3 Evliyalar Ans., aynı yer; Tumi, aynı yer
4 Kehhâle, Âlamu’n-Nisa, c.I, s.10
5Münavi, el-Kevakibü’d-Düriye, V.24.a; Nebhani, Camiu Kerameti’l-Evliya, c.I, s.384; Hacı Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.I, s.22; Kehhâle,aynı yer; Şarani, Tabakatül-Kübra, c.I-II, s.220; Tumi, Tabakâtü’l-Kübra, c.III, s.342, c.II, s.126; Menkıbelerle İslam meşhurları Ans., c.I, s.378;
6 Münavi, a.g.e., V.24 a; Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans., aynı yer; Münavi, a.g.e., V.24 a
7 Evliyalar Ans., c.III, s.194

23 Nisan 2008 Çarşamba

Muaze El-Adeviyye

Adı Muaze bint. Abdullah idi. Seleftendir. Künyesi Ümmü Sahba olup Sıla b. Esim’in eşidir.1 O geleceği düşünmezdi. Geçmişi de gözünden silinmiş idi. Sabah olunca bu gün öleceğim diyerek akşama dek uyumaz, akşam olunca da bu gece ölürüm diyerek uyumazdı. Uyku bastırdığında kalkar evde dolaşırdı. Uykuda ölmekten korkardı. Nefsi ağır basıp uyku bastırdığında: “Ey nefsim! Biraz sabırlı ol, yakında uyuyacaksın. Uyku işte şurada önünde, biraz daha sabret!” derdi. Soğuk gecelerde uyumamak için üzerine ince elbiseler giyerek uykusunu bastırmaya çalışırdı.2
Muaze gecelerini namaz kılarak ihya ederdi. Bir günde kıldığı namazlar altı yüz rekatı bulurdu.3 Muazetü’l-Adeviye kırk yıl boyunca hiç gökyüzüne bakmadı, hep yere bakarak yürürdü4. Rivayete göre Muaze’nin mensup olduğu Adiyoğulları o beldenin en çok ibadete düşkün insanları kabul ediliyordu. Muaze’nin eşi Ebu’s-Sahba5 da geceleri uyumayıp ibadet eder, gündüzleri oruç tutardı. Muaze’ye çok fazla ibadet etmesi nedeniyle: bu şekilde kendine zarar veriyorsun dendiğinde: “ Hayır vakitleri değiştirdim. Uykuyu gündüze, yemeği de akşama aldım.”6 diye cevap vermiştir.
Muaze’nin süt kızı kendisine şöyle bir öğüt verdiğini aktarmaktadır: “Ey kızım! Allah ile karşılaşacağın gün için hem umutlu hem de endişeli ol! Zira ben ondan ümidini kesmeyen kulun, kıyamet gününde O’na yakın olacağına inanıyorum. O’ndan korkan ve endişe ile düşünen de; insanların mahşerde toplandığı, âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın huzuruna getirildiği o gün muhakkak emeline erişecektir.” Muaze bu sözün ardından ağlamıştır.7
O çoğu kez ilahi tefekküre dalar ve bayılırdı. Kocası vefat ettikten sonra evinde yatak sermez oldu ve ölünceye kadar da yatağa uzanıp yatmadı.8
Eşi ve çocuğu öldükten sonra teselli için gelenlere şu sözleri söylemiştir: “Merhaba! Eğer beni tebrik için geldiyseniz hoş geldiniz, eğer başka bir sebeple geldiyseniz de dönün.”Ardından da şunları eklemiştir: “Ey kızım! Dünyada dünyanın tadına varmak için kalmaya hiç lüzum yok! Ama yapacağım ibadetlerle Allah’a yaklaşabilmek için dünyada kalmak istiyorum. Kim bilir belki Allah eşim ve oğlumla beni cennette buluşturur.”9 Muaze dünyayı ahiretin tarlası olarak görmekte ve mahsül elde etmek için çaba sarfetmekte idi.
Muaze, Hz. Âişe hayatta iken ona yetişmiş ve onunla görüşmüş ve ondan bazı hadisler de rivayet etmiştir Hasan el-Basri, Ebu Kilabe, Yezid er-Rışk da ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ayrıca o Üneyse bint. Amr’ın hocası idi ve Ufeyre el-Âbide ile sohbet etmiştir. Rabiatü’l-Adeviye ile hem akran olup hem de ünsiyet kurmuştur.10
Muaze pahalı şeyler giymez ve giyenleri de hoş karşılamazdı. Bir defasında İbn Avn geniş ve başlıklı bir elbise alıp giymiş, Muaze onu yeni elbisesiyle gördüğünde hoş karşılamamıştır.11
Muaze’nin ölüm anı hakkında yine hanım dervişlerden olan Ufeyre şöyle bilgi veriyor: “ Muaze’e ölüm hali geldiğinde önce ağlayıp sonra güldü. Yanındakiler : neden önce ağlayıp sonra güldüğünü sorduklarında ; onlara şu sözleri söylemiştir: “ Oruç, namaz ve zikrullahtan ayrılacağımı düşündüğümden ağladım, üzüldüm. Güldüğümde ise eşimi gördüm. Üzerinde yeşil iki elbise ile evimize gelmiş, yanında da birileri vardı. Şimdiye dek onların benzerini görmemiştim. Kocama tebessüm ettim.” Ardından da şu sözleri ilave etti: “ Bundan sonra farz bir namaza yetişebileceğimi zannetmiyorum. H. 101 yılında vefat etti. 12
Muaze tasavvuf ve hadis alanında temayüz etmiş, İbadete düşkün, Allah’a karşı havf ve reca arasında bulunan zahid ve fakih bir şahsiyet idi.
1İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.V, s.22; Münavi, el-Kevakibü’d-Düriye, V.127b; Rufai, Onların Alemi, s.171, Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans., c.II, s.1346; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.III, ss.439-40; Tumi, Tabakâtü’l-Kübra, c.II, s.151
2 Sülemi, Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidâti’s-Sûfiyyat, s.35; İbn Cevzi, a.g.e., c.V, s.22; Münavi, a.g.e., V.127b; Rufai, a.g.e., s.171; Tumi, a.g.e., c.II, 151, Derniki, Âbidatü’z-Zâhidat, s.123, Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans.,c.II, s.1346; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.III, s.439-40
3 Sülemi, aynı yer; İbn Cevzi, aynı yer; Münavi, aynı yer; Rufai, aynı yer; Tumi, aynı yer; Derniki, aynı yer;Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans., aynı yer; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, aynı yer
4; Sülemi, aynı yer; Münavi, aynı yer; Rufai, aynı yer; Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.II, s.220
5 Eşinin tam adı, Sıla b. Eşim Ebu’s-Sahba el-Adevi’dir.Yezid b. Ziyad’ın ordusunda iken Sicistan bozgununda vefat etmiştir.bkz. Münavi, aynı yer; Zihni Efendi, aynı yer
6 Sülemi, aynı yer; Münavi, aynı yer; Zihni Efendi, aynı yer
7 İbn Cevzi, , Sıfatu’s-Safve c.V, s.22; ayrıca Muaze’nin süt kızı Ümmü Esved bint. Zeyd evliyadandır.bkz. Sülemi, , Zikru’n-Nisveti’l-Müteabbidati’s-Sûfiyyat, ss. 43,75; Münavi, , el-Kevakibü’d-Düriye, V127b
8 Münavi, aynı yer; Rufai, s.171; Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans., c.II, s.1346
9 İbn Cevzi, aynı yer; Zihni Efendi, c.II, s.220
10 İbn Cevzi, a.g.e., c.V, s.22; Menkıbelerle İslam Meşhurları Ans., c.II, s.1346
11 Sülemi, a.g.e., s.35
12 İbn Cevzi, aynı yer; Münavi, a.g.e., V.127b

17 Nisan 2008 Perşembe

KUTLU DOĞUM HAFTASINDAYIZ... (S. A. V.)

Salvele Salavat
Peygamber -Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem-buyurmuşlardır ki:"Cenâb-ı Hakk'a rızâya ermiş olarak mülâki olmak arzusunda bulunanlar bana çokça salât göndersinler. " (1)"Tahkîkan sizden bana en yakın olan kimse beni çokça salât ve selâmla yâd edenlerdir. " (2)"İhtiyâcı bulunan bir şeyi te'minde zorluğa düşen bir kimse bana çokça salât ve selâm göndersin. Tahkîkan salât ve selâm gam ve kederleri izâle eyler, rızıkları bollaşdırır, ve müşkilleri hall etmek için yegâne bir vesiledir." (3)

"Muhakkak ki insanların en ziyâde cimri olanı yanında ismim anılıp da bana salavât ve selâm göndermeyen kimsedir. " (4)"Bir kimse yanında ismim zikrolunur da bana salât ve selâm göndermezse o kimse şakîdir." (5)
Bize olan muhabbetinden dolayı: "Allah Teâlâ Muhammed - aleyhi's-salâtü ve's-selâm-ı lâyık olduğu şekilde mükâfatlandırsın." diyen kimse yetmiş kâtibi bin sabah yormuş olur. (6) Yâni bundan hâsıl olacak sevâbı yetmiş kâtib bin gün müddette yazmakla zor bitirirler, demektir.
Peygamber -aleyhisselâm-a salât edilinceye kadar her duâ yolda bekler, gitmez, kalır.""Allah'ın ismi zikrolunmaksızın ve bana salavât gönderilmeksizin başlanan bir iş kesilir kalır, batar. Bütün bereketlerden mahrum olur" (7)

"Allah Teâlâ bana ümmetim için iki emân indirdi. Bunlar:"Sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfara devâm ettikleri müddetçe de Allah onlara azâb edici değildir. " (8) Ben gidince onların arasında kıyamete kadar istiğfarı bırakdım." (9)

(1) bk. Tuhfetü'z-zâkirîn, 29.(2) Tirmizî, Ebû Dâvûd.(3) Kenzü'l-irfân, 5.(4) Tirmizî.(5) el-Ezkâr, 107; Tuhfetû'z-zâkirîn, 25 vd. (6) Râmûzû'l ehâdis.(7) Ebû Dâvud.(8) Enfâl Sûresi, 33.(9) el-Câmiûs-Sağir.

Kaynak: http://www.dualar-zikirler.com/index.php?bno=8&yno=16

15 Nisan 2008 Salı

İnsan Serüveninde Kadın

İnsanlığın serüveni Hz. Adem’le başladı. İlk yaratılandı erkek. İnsanlık binasını taşımaya yetmedi tek sütun. İki sütun arasındaki mesafe gözetilerek yapıya kadın eklendi.
Erkek, darü’s-selam’da karar kılmış bir bikarardı. Huzur yurdunda huzursuzdu Hz. Adem. Hayatın gayesiydi çünkü tamamlanmak, bütünlenmek. Erkeğin oluşu henüz tamamlanmamıştı. Huzursuzluğu bundan.
Adem’in sükûn bulduğu yerin adıydı Havva. Cennetin eksiğiydi. Kendisiyle teskin olunan eşti. “Onunla sükûna ersin diye” verilendi erkeğe.
Böyle başladı insanlık bütünü içerisinde kadının hikayesi. Erkeğin hikayesindeki aranan, özlenen, beklenendi kadın. Tevhide giden yolda her şeyin çift yaratılmışlığı, kadın ile erkeğin birbirini tamamlayan hayat hikayesini doğurdu.
Allah’ın el-Vedûd ve er-Rahîm isimleri tecelli etti önce kadın ile erkek arasında. Meveddet ve rahmet olarak.
Varlık, esmanın tecelligâhı. Başka başka isimlerin tecellisine sahne oldu kadın ve erkeğin varlığı.
Er-Rahman ve er-Rahîm isimleri onda tecelli etti en çok. Rahim sahibi olarak yaratılandı kadın. Bir can büyütürken rahminde el-Hâlık isminin tecellisiydi o. Bütün bu oluş es-Settâr ismi altında gerçekleşsin diye bürünsün örtüsüne.
Kadın, sevdirilendi Rasûl’e. Güzel koku ve namaz eşliğinde. Latif, seyyal ve geçirgendi üçü de. Güzel koku, hafızada hatırayı canlandırır; namaz, miraca ulaştırırdı. Kendisinde kalınmaz, kendisiyle bir yere varılırdı. Kadın, Allah’a ermenin adıydı.
Allah’a giden yolda, yolu kadından geçiyordu erkeğin. Buradaydı kadının değeri, zaafıyla yan yana. Köprü olabilirdi ya da dipsiz uçurum.
Allah ile erkek arasında. Bir yüzü hep Allah’a dönüktü kadının. Gönlünün enginliği, kalbinin rakikliği bundan. Allah ile teması doğrudan.
İtinalıydı yaratılışı. Ayrıntılı ve özenli. İnce ince işlenmişti gönlü, zihni ve bedeni. Alemin güzelliğini varlığında toplayacak kadar güzeldi. Güzelliğini anlatmak için alem seferberdi. Yağmur elleri, bahar gülüşü, gece saçları, deniz gözleri, ipek teni, musiki sesi, limandı kalbi. Baştan ayağa ahenkti. İlahi bir şiirdi. Şairlere şiir sunan. Alemin tamamlanan güzelliğiydi kadın.
Elleriyle tarif edilirdi güzellik; kadın eli değmiş gibi. Güzeli, ahengi, dengeyi gözetendi kadın. Hayat ince ve ayrıntılı bir dokuydu. Sükûnetle, nezaketle, güzellikle yaşanması gereken. Hayatı içinden kuşatan bir öze sahipti kadın.
Her güzel korunmaya değerdi. Kadının korunağıydı iffeti. İffetiyle övülmüştü kadın. Hayâda ölçü, “bir genç kızın hayâsı gibi.”
Hayatın her alanında iş yapabilirdi. Yaralıların bakımından sorumluyken cephe gerisinde, etrafında kimse kalmadığını görüp kılıcıyla Rasûlullah’ı savunan Nesibe Hatun gibi. Hayatı doldurabilirdi. Ancak o hayatın hayatiyetiyle ilgili alanlarda konumlandırıldı. Gönüllerin, evlerin ve nesillerin terbiyesi ellerine verildi. Bu, kadının hayatın sathından kalbine yükseltilmesiydi.
Kimdi kadın? Allah’ın emanetiydi kadın. Anne, abla, kız kardeş, eş, hala, teyze, nine... İsimden ibaret değildi bunlar, birer payeydi, onurdu. Kelimelerin ruhu vardı. Kadın sevilendi. Saygı duyulan, hürmet edilen, eli öpülen, korunan, gönül verilen, gönlü alınandı.
Allah’ın merhametini kendi dilimizde ifade etmek istediğimizde “anne” tek şansımız. Kendisine verilen merhamet kucağında insanlık serüvenini büyütendir anne. Toplumun kaderidir.
Yaratılış sırrı merhamette saklı. Merhamet kadında. Kadının esrarı burada. Kadından insana yol bulup, insan sırrında Yaratıcıyı tatmak.
(H. S.)

13 Nisan 2008 Pazar

Cevhere El-Berasiyye

Hîbetullah b. Hasan b. Ali b. Hasan b. Ed-Devamî el-Bağdadî’nin kızıdır. 1 Şeyh Ebu’l-Hasen b. Ed-Devamî’nin de kız kardeşidir. 2 Seyyide Nefise’nin hizmetinde bulunmuş ve3 Bağdat’ta yaşamıştır. Kendisinin azad edilmiş bir cariye olduğu hakkında rivayetler de vardır. 4 Bintü’d-Devamî, künyesi ile meşhur olması ise onun en büyük dedesine izafetledir. 5 Kendisi edep ve ilm sahibi bir hanım idi. Hakim b. Cafer: Cevhere’nin daha önce bir prens cariyesi olduğunu ve azad olduktan sonra dünyaya olan tutkusunun azaldığını kaydetmiştir.6 Hicri 297 de vefat den Cüneyd’in muasırı olan sufi Ebî Cafer el-Gernibi’nin hocası Abdullah el-Berasî onunla evlenmek için ısrar etti ve sonunda onunla evlendi. 7 Berasî’nin onunla evlenmek istemesindeki ısrarı da onun büyüklüğünden kaynaklanıyor olsa gerek!
Şeyh Berasî ile evlendikten sonra Bir rivayete göre Beras kasabasına bir rivayete göre ise Kuh kasabasına yerleştiler 8 ve beraber ibadetle meşgul oldular. Cevhere, salih sadık ve daima ilm ve ibadetle meşgul olan bir hanım idi. Ayrıca kadınlara daima vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. 9
Eşi şöyle anlatıyor: Cevhere bir gece rüyasında kurulmuş bir çok güzel çadırlar gördü. Bu çadırların kimler için olduğunu sorduğunda ona: Gece kalkıp kur’an okuyan ve nefsi ile cihad eden sabırlı kullar için olduğu söylendi. Cevhere’nin bu olayı anlattıktan sonra bu rüyanın akabinde geceleri uyumayıp Kur’an okumaya ve gece ibadetine devam etmeye başladığını söylemiştir. Bunun akabinde geceleri de eşini uyandırmaya ve ona: “Kalk kervan gidiyor” diye ikaz etmeye başlamıştır. 10 Cevhere Hatun edebe çok dikkat eder, kıbleye yüzünü dönerek oturur, arkasını asla dönmezdi. 11
Hakim b. Cafer anlatıyor: “ Bir gün Ebu Abdullah’ın evine gittim. Kuru bir yer üzerine oturuyordu. Daha önceleri geldiğimde altında bir minder döşek görürdüm. Lakin bu defa altındaki döşek yoktu. Ona: ‘ Ey Abdullah! Daha önceleri oturduğun minderi ne yaptın. Şimdi kuru bir yer üzerine oturmuşsun?’ dedim. Bunun üzerine O: ‘Dün gece Cevhere Hatun beni uyandırdı ve bana: ‘ Ey efendi! Şu hadisi şerifi duymadın mı? “Yer, Adem oğlu için; Ey insanoğlu benimle aranda sadece bir perde var. Yarın ise benim altımda (içimde) olursun.” “ Ben de evet öyledir” dedim. Bana; “ öyleyse bu yaygıyı kaldır. Artık ona ihtiyacımız yok” dedi. Ben de “o yaygıyı kaldırdım” diye cevap verdi.12Görüldüğü gibi Cevhere duymuş olduğu hadis ve ayetleri hemen hayata geçiren bir kişidir. Bu da onun hadisler ve ayetlerin hayata geçirilmesi hususunda ne kadar hassas ve duyarlı olduğunun bir göstergesidir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Bir rivayete göre H.2. asrın sonlarında yaşamıştır. 13Zihni Efendi ise eserinde; onun Ebu’n-Necîb ve Ebu’l-Vakt hazretleriyle beraber bulunup onlardan hadis dinlediğini, ayrıca Ebu’n-Necîb’in oğlu ile de evlenerek ondan mümtaz bir şahsiyet olan Seyyide bint. Abdurrahim’i doğurduğunu kaydetmiş vefatının da 604 / 1207 tarihinde olduğunu kaydetmektedir. Kendisi abdest alıp yatsı namazını kılarak vefat etmiştir.14 İlim erbabıyla beraber bulunması onun ilim öğrenmeye ve o ilmi hayatını anlamlandırmada kullanmak istemesine delalet etmektedir. Ayrıca onun, ilimlerin hem teorik hemde pratik yönüyle ilgilendiği söylenebilir.
1 Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.I, s.187
2 Zihni Efendi aynı yer
3Derniki, Âbidatü’z-Zâhidat, s.148
4 Kehhâle, a.g.e., aynı yer; Evliyalar Ans., c.IV, s.329
5 Zihni Efendi, a.g.e., c.I, s.182
6 ; İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c. III, ss.521-22; Kehhâle, aynı yer; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.III, s.392
7 Kehhâle, aynı yer
8 İbn Cevzi, aynı yer; Kehhâle, aynı yer; Allah Dostları, aynı yer;
9 Zihni Efendi, Meşhur Kadınlar, c.I, s.182
10 İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.III, ss. 521-22; Evliyalar Ans., c.IV, s.329; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.III, s.392;
11 Evliyalar Ans., aynı yer
12; İbn Cevzi, a.g.e., c.II, s.36; Evliyalar Ans.,aynı yer; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, aynı yer
13 Kehhâle, Âlâmü’n-Nisa, c.I, s.223
14 Zihni Efendi, a.g.e., aynı yer

7 Nisan 2008 Pazartesi

KADIN MUTASAVVIFLAR

Bu bölümde, hicri ilk üç asırda yaşamış olan kadın evliyaların yaşamları; İslamî öğretiye bakışları, hayatlarını nasıl anlamlandırdıkları, Allah ve Peygamber anlayışları, Tasavvufî açılımları, erkek sufilerle olan ilişkileri, ayet ve hadisleri yorumlayış biçimleri ve tasavvuf alanındaki makamları hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Kaynak: İLK DÖNEM TASAVVUF TARİHİNDE KADIN, Sevilay KUL (2003)
Yüksek Lisans Tezi: Ankara Üniversitesi
AMRE HATUN
Habib el-Acemî’nin1 eşidir. Her gecesini ibadetle geçiren âbid ve zâhid bir hanım idi. Kendisi seher vaktine dek ibadet eder sonra kocasının yanına giderek: “ Ey adam kalk artık! Gece bitti, gündüz geldi. Yücelerin yıldızları yer yüzüne düşmeye başladı... İyiler kafilesi, yola revan oluyorlar ... sen hala duruyorsun... Bu halinle onlara kavuşman kabil değil...”2 Başka bir rivayette ise: “ Gece bitti, gün ağaracak. Oysa senin önünde uzun bir yol, bohçanda az bir azığın var! Salihler kervanı geçti, biz geride kaldık.”3 Diyerek onu ikaz ederdi. Onun bu sözlerinden ibadete ne kadar düşkün olduğu ve herkesin de ibadetle meşgul olması için çaba sarfettiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca o salihlerin çokça amel işleyerek ahiret için hazırlık yaptığını, fakat kendilerinin amelinin onlara göre çok az olduğunu düşünmektedir.
Bir gün gözlerinden rahatsızlandı. Ona: “Çok mu ağrıyor? Niçin bu kadar ağrır ki?” diye sordular. O, şöyle cevap verdi: “ Bu ne ki? Bir kalbimin ağrısını bilseniz.. O gözlerimden daha çok hasta...” Başka bir rivayette ise Neden tedavi ettirmediğini sorduklarında onlara; Kalbim beni onunla ilgilenmekten alıkoydu diyerek cevap vermiştir. 4 Bir defasında da şöyle dedi: “Kul Allah’tan gayrısıyla meşgul olmadan sadece Allah’la birlikte olarak amel işlediğinde Cebbar, ona amelinin mislini verir.”5 Onun bu ifadesinden, amelin ancak Allah hatırdan çıkarılmayarak ve onun rızasını gözeterek yapılırsa bir değerinin olabileceğini ve Allah’ın ancak bu şekilde yapılan ibadetlerin karşılığını vereceği çıkarılabilir.
Amre bir bakıma Allah’la onun birlikteliği için yapılan amellerin mükafatının daha çok olduğunu söylemektedir. Ayrıca onun, hayatını anlamlandırmada Allah’la birlikteliği merkeze koymuş olduğunu görmekteyiz.
1 Habib el-Acemî h.130’da yaşamıştır.Attar, Tezkiretü’l-Evliya, s.97
2 Şarani, Tabakâtü’l-Kübra, c.I-II, s.219
3 İbn Cevzi, Sıfatu’s-Safve, c.VI, s.35; Kehhâle, a.g.e., c.III, s.348, Tumi, Tabakâtü’l-Kübra, s.143; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.V, s.462,
4 İbn Cevzi, aynı yer; Şarani, a.g.e., c.I-II, s.219; Sahabeden Günümüze Allah Dostları, c.V, s.462
5 Kehhâle, a.g.e., c.III, s.348-49; Tumi, a.g.e., s.143

6 Nisan 2008 Pazar

Bir bebek için DUA...

Arkadaşımız B.'nin bir akrabasının bebeği erken doğmuş ve
ölüm tehlikesi varmış bebeğin.
Gönlünüzden gelecek bir duanın yararı olacaktır İNŞAALLAH...

30 Mart 2008 Pazar

Özellikle Bayanlar İçin CİVANPERÇEMİ

İNGİLİZCE İSMİ:YARROW,HERB
LATİNCE İSMİ:Achillea millefolium
AÇIKLAMALAR: Civanperçemi, yöresel olarak akbaşlı , barsamaotu, binbiryaprakotu, marsamaotu, beyaz civanperçemi, sarı civanperçemi ve kandilçiçeği diye de anılır. Hayatımızdan ayrı düşünemeyeceğimiz bir şifalı bitkidir. Türkiye'de 40 kadar civanperçemi türü bulunmakta ve bunların birçoğu tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Türlerine göre 5-100 cm yükseklikte, yapraklar yünlü gibi tüylü ve parçalı, çiçekleri; beyaz, fildişi beyazı, soluk sarı veya altın sarısı rengindedir. Çok yıllık ve otsu bir bitkidir. Mavimtrak renkli bir uçucu yağ taşır . Bu uçucu yağda azulen, limonen, sineol, borneol, pinenler, seskiterenler vardır. Bitki çayırlarda, dar tarla yollarında, yol kıyılarında ve tahıl tarlalarının kenarlarında kümeler halinde yetişir. Güneşli havalarda çevresine aromalı keskin bir koku yayar . Aslında çiçekleri , güneşin en etkili olduğu saatlerde toplamak gerekir, çünkü o sıralarda eterli yağları ve şifalı gücü doruk noktasında olur. Ünlü herbalist Kneipp , bir yazısında şöyle diyor : "Arada bir civanperçemi çayı içmiş olsalar , kadınlar pek çok problemle hiç karşılaşmazlardı! Adet kanamaları düzensiz bir genç kız olsun, menopoz dönemindeki veya sonrasında olgun bir kadın olsun, tüm kadınlar için arada sırada civanperçemi çayı içmek çok önemlidir. Civanperçemi, akla gelebilecek tüm konularda, dölyatağını (rahim) en iyi biçimde etkiler. Yumurtalık iltihaplanmasında alınmaya başlanan civanperçemi oturma banyolarının daha ilkinde ağrılar kesilir ve iltihap yavaş yavaş gerilemeye başlar. Bu banyolar aynı zamanda , yaşlı kişilerin ve çocukların yatağa işeme problemlerine karşı ve dölyatağı (rahim) akıntılarında da başarılı olur. Bu durumlarda ayrıca günde 2 bardak civanperçemi çayı da içmek gerekir. Dölyatağı kaymasında da (Prolapsus) uzunca bir süre oturma banyoları alınır, ayrıca günde 4 bardak arslanpençesi çayı içilir ve çobançantası tentürü ile dölyatağı civarına, vajinadan yukarı doğru masajlar yapılır. Miyomlar da (Kas yapılı urlar), doktor kontrolünün olumlu bir sonuç vermesine kadar, uzunca bir süre her gün civanperçemi oturma banyoları alındığında yok olabilirler. Menopoz döneminde de kadınlar sık sık civanperçemi çayını anımsamalıdırlar. Bu durumda, iç huzursuzlukları ve daha başka rahatsızlıklarla karşılaşmayacaklardır. Civanperçemi oturma banyoları da sağlık için çok yararlıdır. Kol ve bacaklardaki sinir iltihaplanmalarında, civanperçemi katkısıyla yapılacak kol ve bacak banyoları çok rahatlatıcıdı. Fakat, bitki öğle güneşinde toplanmalıdır. Bu tür banyolar özellikle ilk alındığında yararlı olurlar ve tüm ağrılar diner. D r. Lutze, civanperçemini şu hastalıklara öneriyor: •Kanın kafaya sancılı biçimde basıncı •Baş dönmesi •Bulantı •Göz sulanması eşliğindeki göz rahatsızlıkları• Göz sancıları •Burun kanaması •Hava şartlarından kaynaklanan migren krizi Düzenli olarak içilen bitki çayı ile migren tümüyle iyileşebilir. Eski bitki kitaplarında civanperçemi, tüm hastalıkların ilacı olarak nitelendirilmektedir. Bedeni temizleyici etkisi sayesinde, yıllar boyu yer etmiş hastalıkları bedenimizden dışarı atabiliriz. Civanperçeminin en iyi biçimde ve doğrudan kemik iliğini etkilediğini ve orada kan üretimini düzene soktuğunu pek çok kişi bilmez. Bu gücü sayesinde bitki, kemik iliği hastalıklarında ve iltihaplarında, tıp biliminin çaresiz kaldığı durumlarda bile, çay kürleri, banyolar ve tentür kullanımı yolu ile yardımcı olabilir. Civanperçemi, akciğer kanamalarının durdurulmasında etkilidir ve eğir kökü ile birlikte kullanıldığında akciğer kanserini iyileştirebilir. Kökü gün boyunca çiğnenir ve civanperçemi çayı, sabah ve akşam olmak üzere, günde 2 bardak yavaş yavaş yudumlanarak içilir. Mide kanamlarında ve basur kanamalarında olduğu kadar, mide basıncı (şişkinliği) ve mide yanmalarına karşı bitki çayı çok kısa sürede başarı sağlar. Soğuk algınlıklarında, sırt veya romatizma ağrılarında, bitki çayı elden geldiğince sıcak olarak ve sık sık içilmelidir. Bitki çayı , böbreklerin düzenli çalışmasını da sağlar , iştahsızlığı giderir, gazları ve mide kramplarını, karaciğer düzensizliklerini, mide ve bağırsak kanalı iltihaplarını iyi eder ve bağırsak beze çalışmalarını düzenleyerek, dışkılamayı kolaylaştırır. Kan dolaşımına ve damar kramplarına karşı çok etkili olduğu için, bitki çayını koroner yetmezliğinde de hararetle önermek gerekir. Rahatsız edici vajinal kaşıntılar, bitkinin kaynama suyu ile yapılan yıkama ve oturma banyoları sayesinde yok olur. Civanperçemi çiçeklerinden, basura karşı çok etkili bir merhem hazırlanabilir.
Çay hazırlamak:Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmış bitki , orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Merhem hazırlamak :100 gr tuzsuz tereyağı veya içyağı tavada iyice kızdırılır. Ince kıyılmış bir avuç kadar taze civanperçemi çiçeği ve ince kıyılmış 15 taze ahududu yaprağı tavaya atılır, çıtırdamaya başlayınca karıştırılır ve tava ocaktan çekilerek, üstü kapalı bir biçimde serin bir yere kaldırılır. Ertesi gün hafifçe ısıtılır, tülbentten geçirilerek süzülür ve temiz kaplara doldurulur. Buzdolabında saklanmalıdır!

Oturma Banyosu :Iki büyük avuç dolusu ince kıyılmış taze bitki veya 100 gr kurutulmuş bitki, gece boyunca soğuk suda bekletilir. Ertesi gün kaynama derecesine kadar ısıtılır ve süzülerek banyo suyuna eklenir.
Kaynak:
http://www.awecemre.com/bitki-detay.asp?i=40
http://www.bitkisel-tedavi.com/civanpercemi.htm