İslam’a Girişi
İslâm Güneşi Mekke'de parlarken, Ebû Talhâ 20 yaşlarında delikanlıydı...Medîne'nin asîl ve zengin ailelerinden birine mensuptu. Her gece evlerinde, eğlence ve içki toplantıları vardı. Zenginliği sâyesinde, bütün dünya nîmetlerini tatmak istiyordu... Daha kötüsü, birçok asil arkadaşları gibi, puta tapmaktaydı. Etrafında birçok kadın ve kız dolaşıyordu.Fakat o, sadece biriyle evlenmek istedi. Haber yolladı. Evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Süleym ( asıl adı Rümeysa) adlı bu hanımın kocası, yeni ölmüştü. Şu cevabı verdi:
- Yetîm oğlum büyüyünceye kadar, evlenmeyi düşünmüyorum.Ümmü Süleym fakir olduğu halde, küçük oğlunu, üvey baba eline bırakmak istemiyordu. Ebû Talhâ, çâresiz bekliyecekti!..Evlenmem mümkün değil.. Epeyce zaman sonra, bizzat kendisi gitti.Nezâketle evlenme teklifini tekrarladı:- Oğlun artık büyüdü, Ey Ümmü Süleym!..Kararını vermelisin, dedi.O'nun niyetinin iyi olduğunu anlıyan zeki kadın, başka bir şeyden endişeliydi. Açık açık söylemeyi uygun buldu:- Yâ Ebû Talhâ! Ne yazık ki, seninle evlenmem mümkün değil. Neccar Oğulları Kabîlesi’ nin bu en yiğit, en zengin ve en yakışıklı delikanlısı, hayretle sordu:- Niçin?- Çünkü sen, müşriksin. Putlara tapıyorsun. Ebû Talhâ' nın hayreti arttı:- Putlarımız sana, bir zarar mı verdiler? diye sordu. Ümmü Süleym, gâyet sâkin:
- Onlar kimseye, ne zarar verebilir, ne de fayda!..dedi ve devam etti:- Çünkü sen de biliyorsun ki; tahta putlarınızı, aşağı mahalledeki marangoz köleleriniz yapmaktadır! Taş ve toprak putllarınızı da, yukarı mahalledeki köleleriniz yaparlar. Ebû Talhâ gözlerini açmış, evlenmek istediği kadını dinliyordu. O, sözlerini şöyle tamamladı:
- Taptığınız putları, ateşe atsan yanar! Kayaya çarpsan dağılır, toz olurlar! Hiç düşündün mü? Sen toprakta büyüyen bu ağaç kütüğünün bir bölümüne taparken,başkaları diğer bölümünü yakacak olarak kullandı. Onu ateşiyle ısındı. Senin gibi asîl bir efendinin işe yaramaz oyuncaklara secde etmesi, yakışır mı? Biraz düşüneyim... Zekî Medîneli, ne diyeceğini şaşırdı, sâdece sordu:
- Peki sen, nelere inanıyorsun? Nasıl düşünüyorsun? Kadın, cevap verdi:- Seni, beni, yeri, göğü yaratan ve yaşatan ve öldüren Allah; birdir ve büyüktür. Muhammed Aleyhisselâm, O'nun kulu ve elçisidir. İşte, benim inandığım budur. Eğer putlara tapmaktan vazgeçip Allah ve Resulü’ne iman edersen seninle evlenirim. Evliliğin karşılığı olarak senden mehir de mal da istemiyorum. Senin mehrin İslâm’a girmiş olman olacak.” Zengin delikanlının aklı karıştı:- Biraz düşünmek istiyorum! diyebildi. Tek başına kaldığı zaman, gerçekten uzun uzun düşündü. Ebû Talha, karşısında bulunan akıllı kadının kendisini imana davet için yaptığı açıklamalardan oldukça etkilenmişti. Ayrıca, Müslüman olması halinde hiçbir mal istemeyeceğini söylemesi, onun büyük bir hakikate gönül bağladığını gösteriyordu. Sonra tekrar, Ümmü Süleym'in yanına vardı. “ Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlüh.” diyerek, Kelime-i Şehâdet getirdi. Müslümanlık şerefine erişti. Ebû Talhâ Kelime-i Şehâdet getirip Müslüman olunca, O mü'mine hanım da:
- Ey Ebû Talhâ! Şimdi seninle, hiçbir karşılık istemeden, evlenmeyi kabul ediyorum, dedi.Ümmü Süleym hakikaten sevinçliydi. Çünkü bir insanı, hem de eşi olacak bir insanı, sapık fikirlerden kurtarmıştı. Ancak Müslüman olduktan sonra Ebû Talhâ Hazretleri, o iyi kalbli hanımla evlenebildi.
Ebû Talha müslüman olur olmaz , Medine’de , Efendimiz (s.a.s.)’in göndermiş olduğu Kur’an hocası Hz. Mus’ab Bin Umeyr' in yanına gitti. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz, İslâmiyeti Medinelilere öğretip yaymak için Mus’ab bin Umeyr’i görevlendirmişti. O’ ndan iman ve İslâm’a dair sohbetler dinleyip Kur’an okumaya başladı.
Mücahede Hayatı
Ebû Talha (r.a.), İslâm’la şereflenince, Allah Resulü (s.a.s.)’ nün Mekke’deki ashabı ile birlikte müşriklerin işkencelerine maruz kaldığını öğrenince, bu mazlum insanları çektikleri ızdıraptan kurtarmak için onları yurtlarında barındırmaya karar verdi. Bu kudsi daveti Peygamberimize ulaştırmak üzere Mekke’ye giden Hz. Ebû Talha, II. Akabe’de Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek elini sıkarken, O’nun davası yolunda gerekirse ölüme dahi hazır olduğunu ifade etti. Mekke’de, Resul-i Ekrem’e bîat ettikten sonra tekrar Peygamberimiz tarafından, Medineye gönderildi ve oradaki Ensâr a İslâmiyet’i tebliğ etmek, açıklayıp öğretmek için ta’yin olunan nakiblerden (temsilcilerden) biri oldu. Hicretten sonra, Efendimiz (s.a.s.) ve ashabının zaman zaman toplantı yeri olan Ebû Talha Hz. lerinin evi , Efendimiz (s.a.s.)’in Ensar ile Muhacir arasında kardeşlik ilan ettiği o kutlu hadisenin cereyan yeri olma şerefine nail olmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.), bu evde Ebû Talha (r.a.) ile Ebû Ubeyde b. Cerrah’ı kardeş ilan etti. Bu kardeşlik, Ebû Talha’nın manevi kazançlar elde etmesine vesile oldu. Peygamber Efendimiz' hicretiyle şereflenen Medine halkı , Muhacirler için gerekli olan herşeyi temin ediyorlar ,herşeylerini paylaşıyorlardı. Hz. Ebû Talhâ ve muhterem hanımı da, Peygamber Efendimizin huzurlarına vardılar.- Yâ Resûlallah. Bu Enes’tir. Biz de size, şu küçük oğlumuzu armağan ediyoruz..Lûtfen kabul ve duâ buyurunuz. İnşâallah size hizmette, kusur etmez, dediler. Bu küçük oğlu, Enes idi. Efendimizin memnun oldukları, gözlerinden anlaşılıyordu. Küçük Enes'i , kendi terbiyelerine aldılar. Bu sâyede Ebû Talhâ'nın üvey oğlu, büyük bir şerefe nâil oldu.
Cenâb-ı Hak bir müddet sonra onlara, yeni bir oğul verdi. Yeni bebek, evlerine sevinç getirmişti. Çünkü artık Sevgili Peygamberimiz de sık sık,onlara uğruyorlar, cemaatle namaz kıldırılıyorlardı. Ne yazık ki çocukcağız, bir gün hastalandı. Az zaman sonra da, vefat etti. O sırada Hz. Ebû Talhâ, bahçe işleriyle uğraştığı için evde yoktu. Ümmü Süleym evlâdını yıkadı, kefenledi. Üstüne, temiz bir bez örttü. Akşamleyin Ebû Talhâ eve döndü ve sordu:- Oğlum nasıl? Hanımı:- O şimdi, daha sâkin ve daha huzurlu bir hâlde bulunuyor, dedi. Ümmü Süleym, günlerdir yorgun ve uykusuz olduğu için eşini üzmek istememişti. Hatta o gece acısını bağrına basarak, eşini kırmamak için isteğini geri çevirmedi ve onunla birlikte oldu. Ancak gerçeği sabah olunca söyleyebildi:
- Ey Ebû Talhâ! Aşağı hurmalıktaki komşularımız, emânet birşey almışlar. Bir müddet faydalanmışlar. Fakat sahibi, emâneti geri isteyince, itiraz etmişler.- Ne demişler?- Daha zamanı gelmedi! Ne çabuk istiyorsun, gibi şeyler!- İnsafsızlık etmişler doğrusu!- Evet öyle. İnşâallah biz etmeyiz.- Hayırdır inşâallah! Birşey mi oldu?- Evet...- Ne oldu?- Cenâb-ı Hak da, bizdeki emânetini geri istedi, deyince, kocası hemen anladı.- Oğlumuz öldü mü yoksa, diye sordu:- Allah, sana ömürler versin...Ebû Talhâ ilk oğlunun ölüm haberine üzüldü. Fakat, her şeye rağmen:- İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn "Biz, hepimiz,Allahın kullarıyız ve ancak, O'na dönücüleriz..." mânâsına gelen, ayet-i kerîme’yi okudu. Hakkın emrine râzı olup, sabretti , lakin yine de çok üzülmüştü. Gidip olanları Peygamberimiz (s.a.s.)’e anlattı. Peygamberimiz (s.a.s.) “Allah gecenizi mübarek eylesin!.” diye dua buyurdu. Efendimiz (s.a.s.)’in Ebû Talha’nın ailesi ve çocukları hakkında yapmış olduğu duanın bereketi olarak, oğulları Abdullah dünyaya geldi ve Abdullah’ tan da, hepsi Kur’an ilimlerinde söz sahibi bilgili, ilim ehli 10 torunları oldu.
Peygamber Efendimiz le birlikte cihada katılabilmek için nafile oruç hiç tutmazdı. Cenk için kuvvetli olmak gerekir. Derdi. Bu konuya örnek olarak Enes (r.a.) şöyle nakletmiştir:
"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bir seferde idik. Bizden kimi oruçlu kimi de oruçsuzdu. Oruç tutanlar güçsüz kaldılar ve hiçbir şey yapamadılar. Oruçsuzlar ise binit develerini suya götürüp suladılar. Oruçlulara hizmet ettiler. Yemek pişirip birlikte yediler. Bütün bu faaliyetler üzerine Rasul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: "Bugün oruçsuzlar tam ücret alıp gittiler." buyurdu.
Rasulullah’ ın vefatından sonra ise, Ramazan ve Kurban Bayram’ları dışında otuz yıl süreyle, hergün nafile oruç tuttu.
Cömertliği ve İnfakı
Medine’nin zenginlerinden olan ve Müslümanlığından önce evinde topladığı arkadaşlarına içki ve yemek ikram etmekten zevk alan Ebû Talha, cömertliği ile meşhur bir zat idi. Bu sebeple geniş bir çevresi olan Ebû Talha (r.a.), arkadaşlarının da çoğunun İslâm’a girmesine vesile oldu.
Ebu Talha (r.a.) Medineli müslümanlar arasinda bağ ve bahçeye en çok sahip olandı. Mescid-i Nebevi' nin karşısında Bi’r-i Ha adlı bir bahcesi vardı. Hurma ağaçları , asma ve tatlı suyu ile meşhurdu. Efendimiz sık sık buraya uğrar, suyundan içerdi. Ebu Talha (r.a.) "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça en üstün sevabı kazanamazsınız. (Birr’ e ulaşamazsınız..) " (Al-i İmran; 92) Ayet-i Kerime’ sini işitince hemen Peygamber Efendimiz’ in yanına Mescit’e gitti ve bu bahçeyi Allah rızası için infak ettiğini söyledi. Dilediği şekilde kullanmasını istedi. Onun bu davranışını takdir eden Efendimiz (s.a.) bahçeyi akrabalarına vermesinin daha uygun olacağını söyledi. Bunun üzerine o, bu bahceyi amcazadelerine bağışladı. Ben şimdi gidiyorum. Bahçemin içindeki eşyalarımı toplayıp çıkacağım" dedi ve hemen mescidden dışarı çıktı. Ebu Talha bahçeye gitti , ama bahçenin duvarına varınca orada durakladı, içeri atlayamadı. Çünkü, o artık başkasınındı. Duvarın dışında beklerken, içeriden hanımı gördü.
- Yâ Eba Talha, gelsen ya, niye dışarıda bekliyorsun? dedi. ,
Ebu Talha dışarıdan cevap verdi:
- Ben içeri giremem, sen eşyaları topla da dışarı çık.
- Niye dışarı çıkayım, yâ Ebâ Talha, bu bahçe bizim değil mi?
-Hayır, artık bu bahçe bizim değil.
- Neden yâ Ebâ Talha?
- Çünkü bu sabah bir âyet-i kerime geldi. Ben de âyet-i kerimeye uyarak bu bahçeyi Medine fakirlerinin ihtiyaçlarını karşılaması için Resulullah'a vakfettim. Artık bu bahçe Medine fakirlerinindir. Dolayısıyla eşyaları topla ve dışan çık. Eşyasını topluyor, bahçeden dışarıya çıkıyor. İlk suali şu oluyor:
- Yâ Ebâ Talha, bahçeyi bağışlarken kendi adına mı bağışladın, yoksa ikimiz adına mı?
-Hayır, ikimiz adına bağışladım.
- Allah senden razı olsun, yâ Ebâ Talha, ben her sabah evden çıkıp, bu bahçeye doğru gelirken, çevremdeki fakirleri görüyordum, onların çocuklarının ağzına bir tane hurma düşmüyor. Hurmaları yok, onları gördükçe içim parçalanıyordu. Ve içimden geçiyordu ki, bu bahçeyi fakirlere vakfedelim. Ama senden çekiniyordum. Demek benim kalbimden geçeni sen de okumuşsun ki, gelen âyet üzerine bahçeyi vakfetmişsin. Allah hayrımızı kabul etsin, dedi ve eşyalarını alarak evlerine döndüler.
…………..
Ebu Talha, Peygamber Efendimizi öyle çok seviyordu ki , evinde pişirdiği yemeği yalnız yiyemezdi. Sevgili Peygamberimize haber gönderir onun iştirakini isterdi. Efendimiz de zaman zaman gider, Ümmü Süleym'in hazırladığı yemeği yer ve orada öğle uykusuna yatardı.
Yine bir defasında, Ebu Talha (r.a.), hanımı Ümm-ü Süleym’e “Rasûlüllah’ın sesi çok zayıf çıkıyor, aç olmalı; bir şeyler hazırla da gönderelim” dedi. Oğlu Enes’le arpa ekmeği gönderebildiler. Rasûlüllah Mescid’de bazı sahâbileriyle oturuyordu. Onlara, “Haydin, Ebu Talha’nın evine gidelim” dedi. Rasûlüllah’ın o kadar sahabisiyle geldiğini görünce Ebu Talha telaşlandı. Fakat hanımı Ümm Süleym, “Rasûlüllah var, telaşa gerek yok, Allah ve Rasulü daha iyi bilirler” dedi. Rasûlüllah Ümm-ü Süleym’e “Evinde ne varsa getir” buyurdular. Ümm-ü Süleym, arpa ekmekleriyle birlikte biraz da tereyağı getirdi. Rasûlüllah onların üzerine bereket duası okudu. O az tereyağlı ekmekten gelen sahâbiler onar onar yediler. Tamamı 70-80 kişi vardı. Hepsi doyup kalktığında yemek hiç yenmemiş gibi duruyordu. (Buharî, 8:680)
Resulü (s.a.s.)’nün mübarek hadislerini toplamak için O’nun huzurundan ayrılmayan Ebû Hureyre, bir gün açlıktan ayakta duramayacak hale gelmişti. Bu durumunu gelip Efendimiz (s.a.s.)’e arz etti. Onun açlığını gidermek için evinde yedirecek bir şey bulamayan Efendimiz (s.a.s.), Mescid’de bulunan ashabına durumu açıklamıştı. Peygamberimiz (s.a.s.)’in vermiş olduğu bu haberi Ebû Talha işitir işitmez hemen ayağa kalkarak: “Ya Rasûlallah, onu ben misafir edeyim” dedi. Sonra da alıp evine götürdü. Ama evde o anda çorbadan başka bir şey yoktu. O da ihtimal çocuklar için pişmişti. Bunun üzerine karı koca aralarında konuştular: “Bu gece çorbayı Allah Rasûlü’nün misafirine yedirelim. Biz bugün de bir şey yemeyebiliriz. Çocukları ikna edip yatıralım...” dediler ve şöyle bir plan kurdular: Yemek sofraya konunca, hanım yanlışlıkla mumu söndürecek ve ev sahibi kaşığını boş getirip götürecekti.. Zira çorba iki kişiyi doyuracak kadar değildi. Böylece misafir de karnını doyuracaktı. Plânladıkları gibi de yaptılar. Derken sabah oldu ve Ebu Hureyre ve Ebu Talha, sabah namazında, Allah Rasûlü’nün arkasında yerlerini aldılar. Allah Rasûlü (s.a.s.) sabah namazını kıldırdı. Yüzünü onlara döndü, sonra da Ebu Talha'ya: " Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teala Hazretleri taaccup etti (ve güldü)!" buyurdu ve şu Ayet-i Kerime nazil oldu. (Mealen): "...Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler" (Hasr 9) buyurdu.
……………
Yine bir başka Hadis-i Şerif’te Abdullah Ibnu Ebi Bekr anlatiyor: "Ebu Talha el-Ensari radiyallahu anh bahcesinde namaz kiliyordu. Derken , Dubsi denen kumruya benzeyen bir kus uctu. Kırmızı gagalı, yeşil renkli, nağmeler cıvıldayan kuş, gidip gelmeye, çıktığı yeri aramaya başladı, fakat bulamadı. Bu hal Ebu Talha'nın garibine gitti ve bir müddet gözleriyle kuşu takip etti. Sonra namazına döndü. Ne kadar kıldığını bilemiyordu. Kendi kendine: "Bu malımdan bana fitne arız oldu!" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek namazda başına gelen fitneyi anlattiı ve "Ey Allah'in Resulu! Bu bağım Allah için sadakadır, onu dilediğine ver!" dedi." Muvatta, Salat 67, (1, 98) ,Kütüb-ü Sitte: (5342).
Cihadı
Ebu Talha, savaşlarda canıyla cömertti, Sesi çok gürdü ve dolayısıyla düşmana korku salardı. Bedir savaşına da katılmıştı, ancak O’nun savaş meydanlarındaki kahramanlığı ve Efendimiz (s.a.s.)’in yolunda dillere destan fedakârlığı asıl Uhud’da ortaya çıktı. Zira, bu savaşın bir bölümünde İslâm ordusu içinde dağılma yaşanmış ve müşrikler bütün güçleri ile Allah Resulü (s.a.s.)’ i, hedef almışlardı. Savaşın bu kritik anında Peygamberimiz (s.a.s.)’in önünde savaşan on beş kadar fedakâr insandan biri de Ebû Talha idi. O’nun isabetli ve seri bir şekilde ok attığı bilinmekteydi. Uhud’da bütün savaş mahareti ve cesaretini ortaya koyan Ebû Talha, Peygamberimiz’in (s.a.s.) huzurunda yerini alarak, bir taraftan düşmandan gelecek oklara karşı göğsünü siper ediyor, bir taraftan da “Anam babam sana feda olsun Yâ Resülallah! Arkamdan çıkma ki, sana herhangi bir ok isabet etmesin!” diyordu. O, üzerlerine gelen düşmanı püskürtmek üzere ok atarken, gür sesi ile Efendimiz (s.a.s.)’e:
Canım canın için feda;
Yüzüm yüzün için kalkandır.
şeklinde hitap ediyor ve düşmana da gereken dersi veriyordu. Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki:
-Ebu Talha'nın sesi yüz askerin sesinden daha hayırlıdır.
Ebu Talha Hazretleri’nin okları bitince Peygamber Efendimiz yerden çöpler alarak kendisine uzattılar. Okçu mücahidin düşmana doğru gönderdiği Peygamber eli değmiş çöpler, bir mucize olarak havada keskin bir ok olarak menzili vuruyordu.
Bedir ve Uhud’dan sonraki bütün savaşlarda da Ebû Talha (r.a.), Efendimiz (s.a.s.)’in yanından ayrılmamıştı. Huneyn Savaşı’nın başlangıcında Müslümanların pusuya düşerek zor anlar yaşadığı anda da, fedakârlık ve kahramanlığını ortaya koydu O gün Peygamber Efendimiz buyurdular ki:
- Kim, bir düşmanı öldürürse; düşmanın üzerinde nesi varsa, O gâzîye âit olacaktır. Ganîmete, dâhil edilmiyecektir.
O savaşta Hz. Ebû Talhâ tek başına, o gün yirmi dokuz tane müşrik öldürmüştü. Üzerlerinde bulunan bütün eşyâları topladı. İçlerinden bir kılıç bile almadan, hepsini Peygamber Efendimiz’ in önlerine bıraktı. O'nun tek isteği, sâdece Allahü Teâlâ’ nın ve Resûlullah’ ın rızâları idi.
Peygamber Efendimiz’ e Yakınlığı
Hz. Ebû Talha’nın yakınlığı Resûlullah Efendimiz’ in, O’nun evini sık sık ziyaretetmesinden de anlaşılmaktadır. Hz. Ebû Talha’nın üvey oğlu Enes bin Mâlik , Resûl-i Ekrem’in bu sevgisini şöyle anlatıyor: “Resûlullah efendimiz, daima evimize gelip gider ve bizi memnun etmek için her şeyi yapardı. Bizimle şakalaşır, bize dua ederdi. Resûl-i Ekrem’in bizimle olan yakınlığı o dereceye varmıştı ki, hepimizi ayrı ayrı sevindirirdi.
Kandehlevî‘ den Hayatü’s-Sahabe’de şöyle bir örnek nakledilmiştir: “ Ebû Talha’nın oğullarından Ebû Umeyr’in Nuğayr adında oynadığı bir kuşu vardı. Bir defasında Efendimiz (s.a.s.), “Ey Ebû Umeyr! Senin Nuğayr’den ne haber” diye sorup çocuğun gönlünü almıştı.” Hatta Nugayr vefat ettiği zaman, Peygamber Efendimiz’ in, Umeyr’ e taziyeye gittiği rivayet edilir. Umeyr ise Ebu Talha ‘ nın çok sevdiği vefat eden oğludur.
Hz Enes “Namaz vakti geldiği zaman, biz de Resûl-i Ekrem’e bir seccade yayar, arkasına dizilir, namazımızı kılardık” diye de buyurmuştur.
Hz. Ebû Talha’nın evinde güzel bir yemek pişirildiğinde mutlâka Resûl-i ekrem efendimiz hatırlanır, onun bu yemeğe iştirakini isterlerdi. Ebû Talha’nın hanımı olan Ümmü Süleym, fırsatların hepsini hemen değerlendirirdi. Bir gün tavşan pişirmiş ve Allah Rasulü’nün payını ayırmıştır. Ebu Talha ise tavşandan yemeden önce, Rasulullah bundan yedi mi? diye sormuş, “ evet” cevabını aldıktan sonra kendi yemiştir.
Allah Resulü (s.a.s.)’nü sevdiği kadar ona ait hatıraları da teberrüken yanında saklamaya çalışan Ebû Talha, Efendimiz (s.a.s.) tıraş olurken mübarek saçlarını toplar, bunları evinde muhafaza ederdi. Peygamber Efendimiz’ de Ebu Talha’ dan, saçlarını ashabına dağıtmasını isterdi.Allah Rasulü bazen onun atına binerdi. Mekke veya Medine'de bir gece çok şiddetli bir gürültü duyuldu. Şehir halkı ne olup bittiğini anlamak için evlerinden fırladıklarında, Sevgili Peygamberimizi sesin geldiği istikametten gelirken gördüler. Efendimiz, sesi duyduğu anda en yakındaki ata binerek hızla olay yerine gitmiş, önemli bir şey olmadığını görünce geri dönmüştü. Kullandığı at, Ashab-ı Kiram’dan Ebu Talha' nın atıydı. "Korkacak bir şey yok; ben Ebu Talha’nın bu atını pek rahvan, pek hızlı buldum” buyurdu. Oysa at, ağırlığıyla biliniyordu; çok yavaş yürüyordu, Rasûlüllah’ın altında hızlanmıştı ve o günden sonra hiçbir at ona yürüyüşte yetişemedi. Efendimiz bu ata dua buyurarak; "Deniz gibi..." buyurdu. Kutaf cinsi atlara bu nedenle, Bahr / Deniz adı verilmiştir “. (Buhari, “Cihad”,46,82; Müslim, “Fezail” 48).
İki Cihan Güneşi Efendimiz dar-i bekaya irtihal edince kabr-i şeriflerini Medine halkının adetine uygun olarak kazmak şerefi de ona nasib oldu. Ebu Talha (r.a.) hizmetin her çeşidinden anlardı. Bir hizmet eri gibi koşardı. Medine'de kabir kazma işiyle de tanınırdı.. Resulullah aleyhissalatu vesselam için mezar kazmaya azmettikleri vakit Ebu Ubeyde İbnu'l Cerrah'a adam gönderdiler. O, Mekke halkının mezarı gibi şak şeklinde mezar kazıyordu. Ebu Talha'ya da adam gönderdiler. O da Medine ahalisinin mezarı gibi, lahid tarzında mezar kazıyordu. İşte bu iki zata iki ayrı elçi yola çıkarıldı. Ashab "Allahım, Rasulün için sen tercih et" diye dua etti. Ebu Talha'yı yerinde buldular ve kazı yerine getirdiler. Ebu Ubeyde yerinde bulunamadı. Böylece Rasulullah aleyhissalatu vesselam için lahid tarzında mezar hazırlandı."
Peygamber Efendimiz’ e Bağlılığı
Efendimizi canı gibi sever, ona hizmeti şeref bilirdi. Huzur-i alilerinde pür edeb diz çökerek otururdu. Onu gölge gibi takib ederdi.
Ebû Talha, Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda da oldukça hassas bir yapıya sahipti. İçkinin yasaklanmasını bildiren ayet nazil olduğu zaman, o hiç tereddüt göstermeden Allah’ın emrini yerine getirmişti. İslâm’dan önce içkiye düşkün olarak tanınan Ebû Talha, arkadaşlarını toplayıp evinde içkili ziyafetler verirdi. Yüce Allah, emir ve yasaklarını yavaş yavaş insanlara bildirmişti. Sarhoş edici içkileri de tedrici olarak yasaklamıştı. Nihai hüküm olarak içkinin haram kılındığı ferman edildi. Bu kesin hükümden sonra gelişen olayı Ebû Talha’nın evlatlığı Enes anlatıyor: “Ben, bir gün Ebû Talha’nın evinde içki sofrasında kadehleri dolduruyor, sâkilik yapıyordum. Onlar da içmeye devam ediyorlardı. Tam bu sırada dışarıdan Allah Rasulü (s.a.s.)’nün münadisinin sesi duyuldu. O, “Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız. Şarap ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikr etmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu pis işlerden vazgeçmiyor musunuz?” (Maide, 5/90-91) ayetini okuyordu. Ben de, bu ayeti gelip içeridekilere haber verdim. Onlar Yüce Allah’ın “Artık içmekten vazgeçmiyor musunuz?” ayetini işitir işitmez, başta Ebû Talha olmak üzere “Vazgeçtik, artık içmeyeceğiz Ya Rabbi!” diyerek ellerindeki içki bardaklarını yere attılar. Ağzına içki almış olanlar onu geri tükürdüler. Küplerdeki içkiler boşalttı. İçki, sokaklarda aktı...” (Buharî, “Tefsir”, 10)
Bir başka olay ise şöyle cereyan etmiştir: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) devamlı su içtiği bir bardağı, Ashab-ı Kiram’ ın ileri gelenlerinden olan ve kendisinin hususi hizmetini gören Enes bin Malik (r.a) tarafından saklanmıştı. Hicaz bölgesinde kap imalatında kullanılan ‘nudar’ ağacından yapılmış, genişliği derinliğinden daha fazla olan bardağın duvara asmaya yarayan demirden bir halkası da vardı. Hazreti Enes (r.a) bu halkayı altın ya da gümüşten başka bir halka ile değiştirmek istediğinde üvey babası Ebû Talha (r.a) “Sakın ha, Rasulullah’ın (s.a.v) yapmış olduğu bir şeyi kat’ iyyen değiştirmeye kalkma” diyerek mani olmuştu. Enes, siyah bir kılıf içinde muhafaza ettiği bu kadehle bazı ziyaretçilerine su ikram ederdi.
Hayatının Son Seneleri
O, canından çok sevdiği Fahr-i Kainat (s.a.) Efendimiz’in irtihalinden sonra onun ayrılığına dayanamayarak diğer sahabiler gibi başını alıp Şam tarafına gitti. Uzun müddet orada kaldı. Hasretini gidermek ve kabr-i şeriflerini ziyaret etmek için, Hz. Ömer’in şehadetinden az bir zaman önce, kendisine yapılan davete icabeten Hz. Ebû Talha (r.a.), Medine’ye döndü ve Hz. Osman ile Hz. Ali dönemlerinin sonuna kadar ibadet ve ilim neşretmekle sakin bir hayat geçirdi. Hz. Ömer (r.a.) ona çok güvenirdi. Halifeyi seçmekle görevli şura meclisinin kapısında bekçilik görevini ona verdi. Halife seçilinceye kadar kimsenin rahatsız etmemesini ve üç gün müddet vererek halifenin süratle seçimini sağlamasını ondan istedi. O da bu vazifeyi seve seve yerine getirdi. Ensardan 50 kisiyle kapıyı tuttu ve üç gün içerisinde halifenin seçilmesine yardımcı oldu.
Ebu Talha yaşlanmıştı. Fakat gönlü hakikaten gençti. O hala cihad aşkıyla yanıyordu. Bir gün Kur'an-ı Kerim okuyordu. “Ey mü’minler, gerek hafif gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz. Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz!” mealindeki Tevbe suresi 41. ayetine gelince durdu ve: "Rabbimiz bizi, ihtiyar da olsak genç de olsak savaşa gitmeye çağırıyor." dedi. Kendisinin harp için techiz edilmesini istedi. Oğulları: "Babacığım sen yaşlısın harb etmek sırası bizimdir. Sen otur biz gidelim." diyerek engel olmak istediler. Fakat kabul ettiremediler. O günlerde, Hz. Osman zamanında Rumlara karşı bir savaş hazırlığı vardı. Kıbrıs’ a gidiliyordu. Ebu Talha bu deniz harbine katıldı. Gemide ağır hastalandı ve bir müddet sonra vefat etti. (654 m.). Vefat ettiğinde 70 yaşındaydı. Yedi gün süreyle karaya çıkamadıkları için defnedilememişti. Ancak cesedinde de herhangi bir bozulma meydana gelmemişti. Kandehlevi’nin yapmış olduğu araştırmalara göre, Hz. Ebu Talha Kıbrıs’ta defnedilmiştir.
Ebu Talha Hz.leri hassasiyet ve titizlikle 92 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir
…………
Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur. "Ben kendimi cennete girmiş gördüm. Derken Ebu Talha'nın hanımı Rümeysa (r.a) ile karşılaştım.Bir de hışırtı kulağıma geldi. "Bu kimin hışırtısı ?" dedim. "Bilal’ in!" dediler. Avlusunda bir cariye bulunan bir köşk gördüm. "Bu kime ait?" dedim. "Ömer bin Hattab' ındır!" dediler. İçine girip bakmayı arzu ettim. Ancak senin kıskanç olduğunu hatırladım ve geri döndüm!" Ömer, bu söz uzerine ağladı ve: "Sana karşı da mı kıskanç olacağım ey Allah'ın Resülü!" dedi." .
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder