20 Mart 2008 Perşembe

İncire ve Zeytine Dair

İncire ve zeytine; siyaha ve yeşile; erkek ile kadına; gece ile gündüze… Ve dahi insana. Değil mi ki bunca zıtlık onu anlatmak için. Yeminle başlamak söze, sözün kıvamını koyultmak için. İksir hazırlamak her seferinde,değişmeyen derdine, yeni bir deva için.
İnsanı yazan kalem, okumak isteyenler için şerh düştü kainatı. İlimle hikmeti örüp, sözle sırlayıp şifayı; “Kitap” diye eline verdi insanın. “Oku” başlangıç oldu. Önce adını okudu insan, sonra adıyla okudu.
Yer ile gök öyle ayrıldı ki birbirinden insanın uclarına nispet oldu. Bir sarkaç gibi “ahsen” ile “esfel” arasında asılı kaldı. Hareket imkanı neredeyse sonsuzdu. Korktu insan. En çok kendinden korktu.
O vakit yeryüzüne “emin bir belde” kondu. Sinesinde vahyi koruyan. Tıpkı beden ülkesinde kalbe denk. Kendisine emanet sözü koruyunca, emniyet buldu insan.
Yaşamaktı, sözü korumak. Bunun için imanın ardınca geldi amel. Sinede saklı olanın halde görünür kılınmasıydı, salih amel.
Elife benzedi insan arz üzerinde. Ayakları yerde, başı istikamet yönünde. Hakikatini de istikametini de unutmasın diye.
Hüküm ve hikmet sahibiydi Yaratan. Sınırları koyan da oydu, şifayı veren de. İnsanı muhatap seçmişti kendine. İnsan… tercihine alem şahit tutulan..
Kitap ‘ta tanıdı insan. Bunca yakınındayken göremezdi kendini. Sınırlarında kaybolabilirdi. Sıkıca tutundu. Korudu ve korundu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder